30 Aralık 2011 Cuma

Lijepa'nın Dünyası

Seni görmeliyim, konuşmalıyız. Sana anlatmam lazım, beni anlamalısın.
Sen sokaktan öylesine gelip geçenlerden olma, farklı biri ol sen geçerken benim kalbim dursun.
Oysa sen bir hayal olarak kalmalısın bunu bilirim.
Gerçeğin can sıkıcısı dünyası bize göre değil.
Yine de sana söylemem gereken şeyler var, bu yıl çok yaşlandım.
Yıllar geçiyor, yıllara niye geçtiği asla sorulmaz.
İnsanlardan kaçmak için yine kitaplara sığındım.
Her şey yazılmaz, yazılsa anlamını kaybeder yazmadığım çok şey var.
Sen karşıma çıkıp bir cümle söylemeliydin beni güldürmeliydin, gülmeye ne çok ihtiyacım vardı. İnsan tek başınayken ağlayabilir ama tek başına gülmenin hiç bir anlamı olmuyor.
Sana anlatmam gereken şeyler var: Babamı özledim. Ben ne zaman babamı özlesem küçük bir kız olur yüreğim.
İnsanlar beni mutsuz sanıyor oysa huzurluyum bu mutluluktan daha önemli bilmiyorlar.
Kalbim arsız bir çocuk gibi yaşadığı her şeyi anlatmak istiyordu. Bir anlatsam kötü bir şiir olurdu sırf bu yüzden sustum. Çünkü şiir yazamayanlar oturur roman yazarlar. Ben şimdi kendi hayatımın romanını yazmakla meşgulüm.

Bu yazı 2011 yılının son yazısı, burası Lijepa'nın dünyası, dünyama hoşgeldin.

29 Aralık 2011 Perşembe

Bugünlerde yazmıyorum. Yazmadığıma bakılırsa mutlu olmalıyım. Kafka beni görse yalnızlık çekmezdi ama Kafka'nın gözleri Milena'dan başkasını görmezdi.
Yazılmayanı, okunmayanı, açıklanmayanı, yaşanmayanı, yaşayamadıklarımızı, yarım kalan her şeyimizi, erken kaybettiklerimizi, anılarımızı, bizi gülümseten herhangi bir şeyi şapşal bir kediyi mesela, ayrılık acısı gibi bizi ağlatan şeyleri yazmak peşindeyim.
O kadar çok anlattım ki; insan anlaşılmadığını fark ettiği zaman anlatmaktan yoruluyor. Bazen olur, yaşam yorar. Onun için müzik, kitap, resim, sinema, tiyatro hepsi insan için. Bazen şarkılar çok sevdiğin bir dostla karşılaşmak gibi bir etki bırakabiliyor insan bedeninde. Bir kitap unutmak için en iyi afyondur mesela.
Kendimi yanlış bir hikayenin içine koymuşum, yanlış şehirlerde yanlış insanlarla yaşamışım.
Gidemedim ama kalamıyorum da; bedenim olduğu yerde dursa da ruhum sanki geziyor bu şehrin dağını, tepesini, rüzgarla arkadaş oluyor, yağmurla konuşuyor.
Siz bilmezsiniz bedenim tutsak, ruhum özgür benim.

26 Aralık 2011 Pazartesi

Ucuz Parfüm Kokusu

Kendimi kimi zaman ucuz hissettiğimi inkar edemem. Ucuz parfüm kokusu gibi; fazla para vermemiş olmanın rahatlığı ama kokunun verdiği rahatsızlıkla birleşir. Kimi zaman kayıp bir çocuğun tedirginliğini yaşıyorum. Bugün de öyle günlerimden bir tanesini yaşıyorum. Bazen olur.

Belki bizi yanlış yönlendirdiler. Yanlış meslekleri seçtirdiler, yanlış insanlarla arkadaş olduk, yanlış şehirlerde yaşadık. Bu işte bir yanlışlık vardı, çözemedik. Ben şikayet etmem bu işe.

Kendimizi anlatmaya çalışırken, kendimizi tanıtmak isterken yanlış kelimeleri seçmiş olmamız da mümkün. Zaten ben kelimelerin altında ezilmişimdir her zaman. Oysa bazı kelimeleri bile hak etmedik.
İnsanlar birbirlerini suçlamaya bayılırlar. Bunu öğrendiğim günden bu yana hakkımda bir suçlama duyduğumda duymamazlıktan geliyorum, suçlayanı görmemezlikten geliyorum zaten ben yaşamamazlıktan geliyorum. Yaşamak bu değil, dünyaya birbirimizi suçlamak için gelmedik.

Valla bu saatten sonra dünya başıma yıkılsa kılımı kıpırdatmam canım insanlar.
Belki bir mektup yazarım, göndermem.
Yılbaşı akşamı televizyon izlerim, dışarıya çıkmam. Belki yeni yıla da girmem.
Bitiremediğim kitapları okurum ama bitmesine izin vermem.
Mükemmelliyetçi birini severim ama mükemmel olmam.
Yıkanmamış çamaşırları yıkarım, kurumadığından şikayet etmem.
Yarın ne pişireceğime karar veririm, belki pişirmem.
Beni sevsinler isterim ama kendimi sevdirmem.

23 Aralık 2011 Cuma

Yaşamak Uçurumun Kenarından Yürümek Gibi

Alnının teriyle çalışıyorsun, bir yaşam kuruyorsun kendine.
Alınteriyle para kazanan insan dünyanın en soylu insanıdır. İşte tüm bu yorucu belki sıkıcı gayretlerin ödülüdür, çalmadan çırpmadan, başkasının sırtından geçinmeden kazanılan yaşam en değerli yaşamdır.
Bazılarımız çok kazanır, bazılarımız yaşamını devam ettirecek kadar kazanır yalnızca. Zenginiyle, gezginiyle , yoksuluyla, sarhoşuyla, kavgacısı, savaşçısıyla, yönetenleri, ezilmişleriyle hayat çerçevelenmiş bir tablodur.
İşte ben bu tablonun neresindeyim? Hemen söyleyeyim arada kalmışım. Bazılarımız kendisine verilen rolleri şaşırır. Sırf bu yüzden güneş altında ter döken, ister çiftçi olsun ister inşaat işçisi isterse bir şoför olsun kızgın güneşin altında, inanın bizim kitaplardan öğrendiklerimizden daha çok şey biliyorlar hayat hakkında.
Söylemiştim arada kalmışım diye. Sürekli sorgulamak, sorular sormak bir yere ait olamamak benim gibilerin, arada kalmışların kara yazgısıdır.
Üzgün değilim öfkeliyim bazen.
Hırslarımız, öfkelerimiz yüzünden hayatı hırpaladık kötüye kullandık kimi zaman. Ve isteklerimiz gerçekleşmediği zaman öfkelendik, üzüldük.
Yaşamak bir uçurumun kenarından yürümek gibi içimizde hep bir düşme korkusu, terkedilme korkusu, sevilmeme korkusu gibi ve ben yürürken o kadar çok düştüm ki içimde hiç korku kalmadı çünkü düştüğüm yerleri artık beynim ezberledi.

13 Aralık 2011 Salı

Kendimden Bahsetmeyi Pek Sevmem Aslında

Kendimden bahsetmeyi pek sevmem aslında.
Biliyorum kimsenin umrunda da değil senin neleri sevdiğin nelerden nefret ettiğin.
Çünkü herkes en çok kendiyle ilgili. Kendisinden bir şey bulursa seviyor karşınsındakini.
Kendimden bahsetmeyi pek sevmem aslında dedim ya kırmızı ruj pek yakışmaz bana.
Farklı biri değilim sıradan bile sayılırım. Kedileri severim.
Kek yapmanın mutlulukla bir ilgisi olduğunu düşünüyorum.
Başkalarının söylediklerinden çok etkilenirim.
İncindiğim zamanlar kendimi kıyıda köşede unutulmuş kırılan bir oyuncak gibi hissederim.
Kalabalıklar arasında yolunu şaşırmış bir hamamböceği gibiyim bazen.
Başkalarını mutlu etmeyen şeyler beni mutlu edebilir. Bilirim ki mutluluk kısa sürer. Değerini bilmek gerek.
Mutsuzluk olmasaydı ya da bizi mutsuz eden şeyler olmasaydı mutluluğun bir anlamı olmazdı.
Mutsuzluğumun arkasından mutluluğu beklerim aslında ben hep beklerim.
Artık gitmek gelmiyor içimden.
Sokak köpekleriyle aram iyidir.
Kahveyi mi yoksa çayı mı daha çok seviyorum? Hiç bilemiyorum.
Zihnimi önemsiz konularla meşgul ettiğimin farkındayım.
Ne kadar önemsiz biri olduğumu biliyorum. Bunu kime söylesem bunun aksini iddia edecektir oysa ben samimi insanları seviyorum. Yapmacık hareketlerle seni önemliymiş gibi hissettirmeye çalışanları değil mesela. Çünkü hiç birimiz bir dakika sonra ne olacağımızı bilmiyoruz.
İşe gitmek için sabah evden çıkan ve kapısının önünde çöp kamyonunun altında kalarak feci şekilde can veren genç kadın evden çıkarken başına geleceklerden habersizdi. Neyse ki bilmiyoruz, bilmiyorlar, kimse bilemez, kimse bilmek istemez çünkü bilmek bazen korkunç bir şeye dönüşüyor.
Başımıza geleceklerden habersiz yaşamak önemsiz olduğumuzun açık bir kanıtı.
Kendini çok önemli sanan insanlar var ve benim onlarla hiç bir ilgim yok.
Büyük başarılarım yok. Olmasını isterdim. Ama olmadı.
En sevdiğim insanlar hep başka şehirlerde oldu ve ben artık buna alıştım.
Az insanlarla görüşmenin beni daha mutlu ettiğini gördüm.
Çok insan çok baş ağrısı demek.
Gülümsemeyi severim. Gülümsemenin iki insan arasındaki anlaşmak için en kısa yol olduğunu düşünürüm.
Gülümsememize kimin aşık olacağını bilemeyiz? Öyle değil mi?

8 Aralık 2011 Perşembe

Lijepa

Hayat bazen misafir gelmeden önceki ön hazırlığa benzer. Sanki bir yerde silmeyi unuttuğumuz tozu göreceklermiş de ayıbımızı yakalayacaklarmış gibi sanki kek bir türlü istediğimiz gibi olmamış üstelik bitirmen gereken işleri yetiştirememişsin, üstünü başını toplamaya vakit bulamamış, saçların biraz dağınık kalmış ne giyeceğine de karar verememiş gibi gereksiz bir telaşe içinde geçiyor sanki hayatlarımız da.
Anlatmak zor. Günler geçiyor telaşe içinde.
Oysa insan arada bir durmayı bilmeli, durup dinlenmeli, tembellik etmeyi bilmeli. Fazla sorumluluk sahibi insanlar tembellik etmeyi veya durmayı kendilerine çok görürler. Üstelik gerek ailesine gerek arkadaşları için yaptığı fedakarlıklar bir zaman sonra sanki göreviymiş gibi üstüne yapışır kalır. Sonra yaşamının bir döneminde sorgulamaya başlarsın kendini, hayatını. Aslında bizim sorduğumuz soruların tam bir cevabı yok. Çünkü insan hayatı bazı şeyleri kavramak için çok kısa. Blirim İnsan bin yıl yaşasa da bazı şeyler hiç değişmez ama yine de hayat kısa.
İşte ben de durdum. Çok yorulduğum için mi, durmam gerektiği için mi durdum? Bilemiyorum. Geçmişi özleyen insanlardan olmadım ben hiç. Çünkü geçmişimde de aynı insan olduğum için geçmişim de de biraz yalnız ve mutsuz olduğum için gelecek günlerin hep daha iyi olacağını düşünüp durdum. Gelecek günler bazen beni haklı çıkardı bazen haksız. Ama bazı şeyler beklemeye değer. Bunu anladım.

Ben artık kendimle ilgilenmekle meşgulüm. Neden kendimle bu kadar ilgiliyim? Belki başkalarıyla ilgilenmekten yoruldum. Hani misafir için yapılan ön hazırlık gibi başkaları için hazırlık yapmaktan yoruldum. Arık kendim için bir şeyler yapmak istiyorum. Kendimi mutlu edersem başkalarını mutlu etmek daha kolay olur.
En azından mutlu olmasını istediğim insanlar var.
Bir cümlesi için sevdiğimiz kitaplar gibi bir gülüşüne razı olduğumuz adamlar var.

1 Aralık 2011 Perşembe

Eksik Bir Şeyler



İçimde bir eksiklik duygusu, yalnız kalırım korkusu...

Biri sevince geçer mi? İnsan sevildiğinden de emin değil ki. Sanki sevince, sevilince tamamlanacak yarım kalan yerimiz. Bu yüzden bu kadar çok sevilmek isteyen insan var. Sevilmeyi hak edenler hap yalnız. Çünkü yalan söyleyemiyorlar, aldatmıyorlar, ortama göre davranmıyorlar, nabza göre şerbet vermiyorlar kısacası bir kadının sevgisini kazanan erkek benim gözümde adamdır.

İçimden bir ses sen sev diyor, gerisi gelir. Ama hayat öyle değil, sevmek yetmiyor, anlamak yetmiyor, bilmek daha kötü yapıyor. Gerisi gelmiyor, yarım kalıyor bir yanım.


Ben tam bu sartırları yazarken önce kağıda, tükenmez kalemim bitiyor. Evde kalem kalmamış. Böyle sorunlarım da var, evet. Tükenmez kalem dedikleri bile tükeniyor. İnsan dedikleri nasıl tükenmesin.

Bir yerde okudum hayat bisiklete binmek gibidir, pedalı çevirdiğin sürece düşmezsin, diyor. Tamam güzel kardeşim ama biz hiç dinlenemeyecek miyiz? İnsan bu yorulur, bazen mola vermek ister. Düşsek düştüğümüze gülecekler var.

Daha yolun yarısına gelmeden emekli olmak istiyorum. Bir sabah sevdiğim adamla yaşlanmış olarak uyanmak, maaşımızı çekmeye gitmek, dönerken pazara uğramak gibi daha yaşlanmadan yaşlılığı özlüyorum. Belki o zaman her şey geçecek. Şu an yaşadıklarım ne anlamsız gelecek ve ben bu halime güleceğim. Ne kadar gençmişim, toymuşum kendimi nasıl da üzmüşüm diyeceğim. İnsan hayatı öğrenene kadar ömür geçiyor.

Hayal kurmazsa hastalanır insan.

Artık hayal kurmuyorum. Zaten hastayım önemi yok, hayalsiz de yaşarım.

Hayatın garip yönleri var. Birisini deli gibi beklemeyi bıraktıktan sonra sana dönebilir. Birisine kendini sevdirmeye çalşırısın bir şey olmaz da; hiçbir bey yapmadığın bir zaman bakarsın seni sevebilir. Bir insanın neyi seveceğini asla bilemezsin. Onun için biraz uzaklaşmak iyi gelebilir insana.

Ben de zaman zaman uzaklaşmak istiyorum. Ama sanki elim kolum bağlanmış, kar yağmış, yollar kapanmış gibi çaresizce bekliyorum.

Hayatın çekici yönleri var. Bir çocuk gibi yalanlara bu kadar kolay inanıyoruz. Bu kadar kolay aldanıyoruz, bu kadar kolay mutlu oluyoruz aslında sırf bu yüzden biraz kederli, düşünceli oluveriyoruz.

Ne yaşıyorsak insan olmaktan kaynaklı.

Ben her şeye rağmen ayaktayım dosta düşmana karşı .

29 Kasım 2011 Salı

Sana Ait Zamanlar

Bakkala gitmek için evden çıkıyorum. Hava kararmış ve son derece soğuk olmasına rağmen sitenin ergen oğlanları maç yapıyor kendi aralarında şakalaşıyorlar. Onların bakışlarına yakalanmadan geçmek zor. Bazılarının boyu yaşlarına göre çok uzun. Anlamsız hareketleriyle dışarıdan bakınca tuhaf gözüküyorlar ama onların hiçbir şeyi umursamadan hareket ediyorlar onları seviyorum.
Bakkaldan ne alacağımı unutuyorum ama bakkala gidince hatırlarım elbet; ekmek, yoğurt, kek yapacaksam kakao duruma göre değişiyor bazen param varsa ihtiyacım olmayan şeyleri almayı da seviyorum. İnsanı marketler gibi yormuyor, küçük ve her şey elinizin altında. Sanırım yakın bir zamanda bakkalcılık kaybolan meslekler arasında yerini alacak.
Bakkaldan dönüyorum, yine aynı çocuklar sanırım onüç-ondört yaşında bazıları, annesini tanıdıklarım da var aralarında yine aynı hareketler, aralarında şakalaşmalar, gülüşmeler ama saygılı çocuklar ben geçerken susuyorlar.
Eve geliyorum. Aldıklarımı salondaki masamın üstüne koyuyorum. Masamın üstünde yaprak dökmesini bir türlü önleyemediğim halk arasında romantiklerin "aşk merdiveni" rasyonalistlerin "kedi merdiveni" olarak isimlendirdikleri çiçek duruyor. Sanırım çiçeğin de benim gibi sorunları var. Bazen bir çiçekten fakımız kalmıyor hadi o çiçek derdini anlatamıyor ama sen anlatabilecekken anlatmamayı seçiyorsun. En azında çiçekten farkımız seçme şansımızın olması. Ama ben sürekli sorunları dillendirmenin bir çözüm olmadığını idrak etmiş durumdayım.
Masanın karşında İkea'dan aldığım kitaplığım duruyor. Bir keresinde bir arkadaşım kitaplığıma çok özenip kitap ödünç almıştı. Kitabı geri getirdiğinde okumadığını anladım. Okudun mu? diye sordum. Okudum, dedi. Benim çok sevdiğim bir yazar içinden soracağım, dedim. Bu bozuldu tabi. Başka birileri daha vardı yanımızda, şaka yapmıştım ne sorucam ister okusun ister okumasın. Bizimki bozulunca çok gülüştük o kadar.
Kitapların da bazı sorunları vardı mesela kimse okumuyordu. Yalnız bir çocukluk dönemi geçirmediyseniz bu alışkanlığı kazanmanız zor. Kitap okuma alışkanlığına genellikle küçük yaşlarda başlanılıyor. Babamın mesleğinden dolayı ben çocukken çok şehir değiştiriyorduk. Ben arkadaş edinene kadar taşınıyorduk. Bilirsiniz çocukların hayal dünyası geniş olur. Sürekli bu dünyayı beslemek isterler. Bunu oynayarak yaparlar. Ben de kitap okuyarak o dünyamı besliyordum çünkü her zaman oyun oynayacak arkadaşı bulmak kolay olmuyordu.

Radyoyu açıyorum. Radyoların büyüleyici bir yönü var. Radyoda çalan her şarkı güzel değil, bazıları anlamsız. Ben okuduklarında, dinlediklerinde, izlediklerinde anlam arayan o azınlık içinde olmaktan ve orada kalmaktan yanayım.

Zamanın sana ait olan kısımları var. O anları seviyorum ister uyursun, ister okursun, istersen hiçbir şey yapmazsın. Ben bazen yazıyorum.

24 Kasım 2011 Perşembe

Hiç Acıklı Değil Bu Hikaye

Hayatımdan, yaşantımdan acıklı bir hikaye çıkaramıyorum. Kendim için doğru cümleyi bulamıyorum.
Ben geçmişimi bıraktım ama geçmişim beni bırakmıyor.
Kendimden geçtim bugün, bir kentten geçer gibi. Beynimin kıvrımlarında gezdim, tanıdık sokaklarına gezer gibi bir şehrin.
Şelale gibi düşünceler içime dökülüyor, hüzün içime çöküyor. Her ne olursa olsun ne yaşarsam yaşayayım bir yaşama sevinci ki aklımı çeliyor.
Paranın da mutlulukla bir ilgisi olmalı. Çok isteyip alamadığım kitapları, görmeyi istediğim ülkelere gidebilmeyi bana sağlıyorsa insan niye mutlu olmasın ara sıra.
Bu saatten sonra hayatımın değişmeyeceğini biliyorum. Ya çok erken başladım bir işe ya da çok geç kaldım...
Ya nefret ettim insanlardan ya da çok sevdim...
Ya yanlış yerde doğru insana ya da doğru yerde yanlış insana rastladım. Bir ortasını bulamadım hiçbir şeyin.
En kötüsü de geç kalmak galiba.
Kimi zaman kendimi görmezden gelirim, kendimi bilmezden gelirim. Çünkü korkarım kendi gücümden, yapacaklarımdan. Sırf bu yüzden uzaklaşırım insanlardan yine döner dolaşır kendime ederim. Gerçi diğer insanlar seni anlamazlar en fazla deli der geçerler. Çünkü herkes biraz kendisiyle meşgul, herkes biraz kendisiyle ilgili. Varsa eğer biraz insanların gözüne batacak kadar malın mülkün, mutluluğun, huzurun, başarıların, paran, sevgilin, eşin; dikkat et mutlaka seni kıskanan birileri çıkar karşına ve kendi hayatlarını bırakıp başlarlar senin hayatınla ilgilenmeye. Onun var da benim niye yok? demeye başlarlar bir zaman sonra. Karşınızdaki kadar kurnaz değilseniz böylelerini farketmeniz biraz zaman alıyor.
O yüzden kurnaz insanlardan biraz uzak durmaya çalışırım. Sanırım bir çeşit kendini koruma içgüdüsü bu. Ama iyi kalpli insanları çok severim. Onlarla zaman geçirmeye bayılırım. Yüzlerine baktığımda garip bir huzur bulurum. Böyle bir insanı bulunca bırakmamak gerekir. Çünkü hayatta bir dost her zaman gereklidir.
Bunun yanında yalnızlık da gereklidir insana. Kendini dinlemek, kendine gelebilmek için.
Anlatsam size saçma gelecek düşüncelerden kurtulmak için biraz kitap okudum, biraz müzik dinledim, biraz üzüldüm, öylesine gülümsedim, ağlamadım, biraz üşüdüm, bir sigara yaktım, bir sigara söndürdüm.
Marjinal olmadığım için sıradan şeyler yaptım.
Aslında amacım size acıklı şeyler yazmaktı ama bu kadından acıklı bir hikaye çıkmıyor, neylesin.

18 Kasım 2011 Cuma

Hayat Bazen

Hayallerim ve korkularım var. Hayallerimi gerçekleştirmek için korkularımın üstesinden gelmeliyim. Korkularımın üstesinden gelmek için cesarete ihtiyacım var.
Hayat her defasında kısa olduğunu hatırlatıyorken sürekli ertelediğim düşlerim var.
Yaşamak neden bu kadar zor?
Can yakar gibi...
Hani sevmesi kısa, unutması uzun sürer ya. İşte öyle hayat tezatlarla dolu ve sanırım tezatlarıyla anlam buluyor.
İnsan anladığı kadar hayatın içinde var oluyor.
Yeryüzünün çeşitli yerlerine düşmüş biz mutsuz insanlar çok genç yaşımızda vazgeçtik, çok genç yaşımızda karşılaştık hayatın zorluklarıyla ve genç yaşımızda yalnız kaldık.
Şehir büyüdükçe küçülüyor aşklarımız; bedenler büyüdükçe küçülüyor düşlerimiz.
Ve bir gün düşerse diye düşlerimizin içine koyamadığımız sevdalarımız var.
Koruyamadığımız saklayamadığımız erken kaybettiğimiz sevdalarımız...
Ben artık katlanmak değil, yaşamak istiyorum...
Mutluluk bazen bir bakış, bir gülüş, bir sözcükmüş meğer.
Hayat bizim için kurulmuş bir tiyatro sahnesi gibi. Bu oyunun neresindeyim? Bilemiyorum.
Belki tüm bu hissettiklerim zihnimin bana bir oyunu. Belki yaşam bir kuşun uçması kadar kolay ama kuşun kanadını kırıyorlar da kimsenin haberi olmuyor hayret!
Hayallerimi erteliyorum düşmesinler diye; koynumda saklıyorum üşümesinler diye.


15 Kasım 2011 Salı

Yaşam Hırsızı

Günahların en kötüsünden biri hırsızlık. Kim bilir farkında olmadan çalıyorlar hayatımızdan.
Aldatarak hayallerimizi, yalanlarıyla umutlarımızı, dedikoduyla heyecanlarımızı, kıskançlıklarıyla mutluluğumuzu çalıyorlar. Geriye yabancısı olduğumuz bir dünya kalıyor. Bazen insan kendini yaşadığı yere ait hissetmez çünkü yabancılaşır kendini kötü hissetmesine sebep olan duygular yüzünden.
Benim de zaman zaman kendimi yabancı bir yerde gibi hissettiğim olmuştur sanki hayatımı uzaktan izler gibi...
Kimin dokunmasına izin verirsen yaşamına onun parmak izi kalıyor hayatında; ne kadar çok kişi dokunursa o kadar iz kalıyor aslında.
Bir anlayabilsek insanlara yaklaşmayı ateşe yaklaşır gibi ayarlayabilsek, çocukluktan kalma bir alışkanlıkla elimizi yakıyoruz kimi zaman.
Ruhumun gizli saklı köşelerinde olmak istediğim ben, gerçekleştiremediğim hayallerim, özlediklerim, duymak istediğim sözler, olmak istediğim yerler, gençlik heveslerim saklı.
Bir anlayabilseler, bir bilseler insan ruhu ne kadar derin, içinde ne çok şey saklı.
Biliyorum hayat bana borçlu değil belki de olma olasılığı az olan şeyler istedim, olmayınca üzüldüm. Hayat uzun bir yol hayallerimi düşüre düşüre yürüyorum.



31 Ekim 2011 Pazartesi

El Oğlu

Üstesinden gelemediğim sorunlarım vardı. Karamsar yönlerimle, çelişkilerimle, kendimle başa çıkmaya çalışıyordum. Anlatsam anlamazdı.
Hafifletici nedenler sunardı, üzülmemi istemezdi.
Oturuyordu, bakıyordu, gülüyordu, eli bardağa uzanıyordu, kolunda belirgin damarları vardı kımıldadıkça sanki hareket ediyorlardı, onu bir daha görmeyecekmişim gibi hiçbir detayı kaçırmak istemiyordum.
Bir çay koy da içelim, diyordu. Çayı seviyordu. Herkes gibiydi. Hiçkimse gibiydi.
Maç başlıyordu, maçlar bitiyordu.
Çay içiyorduk, çaylar bitiyordu.
Benim sana hissettiklerimi senin de bana hissetmeni istiyordum.
Bana olan sana da olsun, diyordum. Seninle ilgili naif dualarım vardı.
Annem Allah şaşırtmasın, derdi hep. Şaşırıyorduk anne el oğlu karşısında şaşırıp kalıyorduk.
Annenin karşısında pabuç kadar olabilen dilimiz el oğlu karşısında dut yemiş bülbüle dönebiliyordu.
İçimde atamadığım bir yenilmişlik duygusu, bakışlarında ağır tahrik suçu vardı.

21 Ekim 2011 Cuma

Zarar Ziyan

Kötü bir rüyadan yeni uyanmış gibiyim. Sana anlatmam lazım. Ve sen herkesin herkese söylediği teselli sözlerini söylemelisin ki anlamalıyım ne kadar başkalarına benzediğimizi. Farkımız yok aslında kimseden.

İnsanın sıradan ve basit olduğunu anlaması lazım bana bunu hatırlatman lazım. Bir ben değilim akıllı olan. Bir ben değilim yalnız olan. Bir ben değilim mutsuz olan.

Aslında sana çok uzun bir mektup yazacaktım teknolojiye ayıp olmasın diye kısa mesaj attım. Umarım anlarsın.

Bir hayat yaşadım içinde yalan yoktu. Hiç kimseye kendimi olduğumdan farklı göstermeye çalışmadım. Sırf bu yüzden kaybettiğim oldu. Kaybetmek kolaydır kazanmaktan. Neresinden baksan zarar, ziyan.

Olayları büyütmüşüm kendimi üzmüşüm. İhtimaller üzerine de yaşanmaz ki ama yine de tahammül edilebilir bir yaşam benimki. Ben bir başkası olsaydım daha iyi yaşardım.

Bazen o kadar üzüldüm ki üzülmeyi bırakıp bir yere gidemedim. Tam olarak hatırlamamakla birlikte hayatımın bir döneminde dondum kaldım, durdum baktım hayatıma. Ben dursam hayat durmuyor seni beklemiyor. Hayatım akıp duruyordu, geçip gidiyordu gözlerimin önünden. Zamanla yaşadıklarım bir filme dönüştü ama kimse izlemeye gelmedi.

Ya hızlı yaşadım önüne geçtim hayatın ya da yavaşladım gerisinde kaldım hayatımın. Adımlarımı bir türlü kendi hayatımın adımlarına denk getiremedim.

Tek bir şey öğrendim:

Bu hayattan kimse sağ çıkamayacak.

4 Ekim 2011 Salı

Bir Garip Şahıs

Yirmili yaşlarının başında biraz çılgın, biraz marjinal biraz sıradışı olmayı çok istemişti ama hayat çılgınlık yapmasına fırsat vermedi. Bazı sorumlulukları, ailevi yükümlülükleri, hayatın verdiği tamamlaması gereken ödevleri vardı. Sorumluluklarını yerine getirirse, ödevler de biterse belki çılgınlık yapmaya sıra gelirdi. Belki çılgın bir insan olamadı ama zamanla kafası karışık, dalgın bir insan haline geldi.

Kafası dalgın insanları severim. Kurnaz olmazlar. Sürekli kafalarını meşgul edecek bir düşünce olduğu için başkalarıyla ilgili kötü düşünceleri olmaz genellikle. Başkalarını değil düşüne düşüne kendi kendilerine ederler.

Ruh sağlığı açısından hayatından çıkarmak istediği insanlar vardı. Diyet yaptığı günlerdeki gibi çaya attığı şekeri hayatından çıkardığı kadar kolay değildi bu.

Okuması gereken kitapları, kaçan bir gençliği ve yetişmesi gerektiği bir hayatı vardı önünde. Şimdiye kadar okumadığı kitapları okursa hayatı anlayabilir miydi? Ya da hayatı anlamak için kaç kitap okumalı, kaç şehire gitmeli, kaç film izlemeli hangi müzikleri dinlemeliydi? Biraz da hayat onu anlasaydı?

Bir cümle içinde modası geçmiş bir osmanlıca kelime nasıl ingilizceden dilimize geçmiş bir sözcük yanında aykırı duruyorsa; işte aynen öyle geçmişten günümüze gelmiş bir masal kahramanı gibi biraz tuhaf duruyordu. Dünya içinde bir garip şahıstı yalnızca.

Karanlık, soğuk, adını bilmediği bir sokak ortasında kaybettiği çocukluğunu. Ne zaman yolu adını bilmediği bir kenar mahallenin, adını bilmediği bir sokağın, adını bilmediği insanların yaşadığı tek katlı bahçeli bir evin kapısının önüne düşse, çocukluğu sanki kendisine o kapıdan çıkarak koşuverecekmiş gibi gelirdi.

Kalbi temiz insanlara, kafası karışıklara, başkalarını düşünmekten kendisini unutanlara, yaşamaya geç kalanlara, modası geçmiş insanlara, bir fırsat verilseydi, bir tiyatronun oyuncuları gibi birbirlerini bulsalardı, toplansalardı rolleri içi çalışsalardı, repliklerini ezberleselerdi, beğenmedikleri rolleri değiştirebilselerdi...Olmazdı ama düşünmesi bile güzeldi.

Dünya hızla değişiyor. Teknoloji korkunç şekilde gelişiyor. Eski alışkanlıklarımız birer birer yitiriyoruz. Artık mektup yazmıyor, telefon edebilmek için cebimizde jeton taşımıyoruz. Bu değişime gönül aşina değil, aşina olmadığı şeye gönül razı değil.

Kafasının dağınıklığından, düşüncelerinden, insanların ona yaşattıklarından, hatalarından, pişmanlıklarından, keşkelerinden, ters dönen bir böcek gibi kendi varlığı altında, kendi düşünceleri içinde debelenip duruyordu. Çaresiz.

30 Eylül 2011 Cuma

Hayal kurmayı kendime çok gören bir yaşa geldim. Üstelik her şeyi unutmak istiyordum. Unuttum demek bile unuttuğun şeyi yeniden hatırlamak anlamına geldiği için sanki bir kısır döngünün içindeydim, dünya dar geliyordu, içim içime sığmıyordu, dünya dönüyordu, tüm yaşantımı değiştirecek bir mucize bekliyordum. Yaşantım değişmedi, beklediğim mucize gerçekleşmedi. Hayat, beklediğin şeyin beklediğin zamanda gelmemesidir.

Her şeyi birden yaşamak istiyorduk. Oysa daha çiçek bakmayı bile bilmiyorken, bir çiçeği canlı tutamazken; soluyorlardı kimisi yaprak döküyordu yavaş yavaş ölüyordu evimdeki çiçekler. Ne var ki bazı çiçekler beni sevmişti yeni yaprak bile açmıştı. Beni anlıyorlardı. Neyin var kızım Ebru dediklerini duyar gibi oluyordum ama bu benim iç sesimdi sanırım. Düşüncelerin karıştığı yerde seslerde birbirine karışıyordu.
-Bu çiçeği yanlış yere koymuşsun bunlar güneş sevmez ki, diyordu komşu teyze. Kocası geçen yıl ölmüştü çiçeklerden anladığı için mi bilemiyorum apartmanda anlaştığım tek insandı.
Çiçekler gibi insanları da tanıyamıyordum. Çiçekleri tanımak insanları tanımaktan çok kolay. Ama insanlar çiçeklere benzemez, güneşe de koysa gölgeye de koysan suyunuda versen kimisi memnun olmaz.

Ne kadar yazarsam yazayım insanın anlatmak istediği şey hep biraz eksik kalıyor, bir yerden sonra kelimeler yetmiyor. Savaştan çıkmış bir neslin torunları olarak kıtlık günlerinden kalma bir alışkanlıkla annelerimiz benim kuşağıma gereğinden fazla ekmek yedirmesyedi belki daha yaratıcı olurduk. Aşklarımızı içimizde büyütüp içimizde yaşamazdık. Kimbilir.

Bizim kalbimiz kırık değil. Kırık şey çalışmaz. Daha çok kılıç yarasına benziyor bizim acılarımız, yara kapansa da izi kalıyor; bir savaşçının vücudu gibi kalbizimiz çiziklerden geçilmiyor.

Şimdi bana yeni bir hayat verseler, yeniden sev deseler, sevemem. Sevmelerden yorulduk. Su akar yolunu bulurmuş, su kadar olamadık yolumuzu bulamadık, berrak kalamadık, olduğumuz yerde kaldık, bulandık.

Bir yaşantı verilmiş sana: yaşayacaksın! Basittir yaşamak karışık olan insanlar. Tüm hayatımı bir cümleye sığdırabilirim:
"Doğduğu gün belli, öleceği gün bilinmiyor."

Başı sonu belli bir hayat, yalnız ortası biraz karışık.

26 Eylül 2011 Pazartesi

Yabancı

Salonda oturuyorlardı, yaz geçmişti, mevsimlerden sonbahardı.
-Bir kahve yap, uykumuz kaçsın. Oturalım sabaha kadar, dedi yabancı.
-Kahve benim uykumu kaçırmıyor ama zihnimi açıyor, kahve içtikten sonra tuhaf şeyler düşündüğüm oluyor o yüzden kimseyle konuşamıyorum. Konuşunca ben de bir tuhaflık olduğunu anlıyorlar artık kimseyle konuşamıyorum.
-Bana anlat. Hiç yargılamadan dinlerim.
-Senin gibi bir yabancıya tüm hayatımı neden anlatayım ki? dedi kadın.
-İnsan bazen tüm hayatını hiç tanımadığı birisine anlatmak ister. Çünkü tanıdıklarından ümidini keser. Giderek içine kapanır, yalnızlaşır.

Bir hayatın gerçeği var bir de kalbin gerçeği. Kadın ikisini birbirine karıştırdığı günden beri mutsuzdu. Hiç tanımadığı biriyle salonun ortasında oturuyordu. O da beni tanımıyor ne güzel tanısa sevmezdi beni, bir yerden sonra insan sevilmek istiyor, sevildiğini görmek istiyor, açıklama yapmadan anlaşılmak istiyor bir yerden sonra insan çok şey istiyor olmayınca tüm isteklerinden vazgeçiyor
Her vazgeçen bir kaybedendir. Kadın hayattan payına düşeni aldığından beri kaybedenleri oynuyordu. Kaybetmek kazanmaktan kolay olduğu için zor olmuyor yalnız duyguları birbirine karıştırmaya başlamıştı öfkeyle üzüntüyü, acımayla sevgiyi karıştırır olmuştu. İnsan geriye dönüp baktığında nedense genellikle acıları anımsıyor bir kitabın altını çizer gibi acıların altını çiziyor çünkü yaşadığımız acılar mutluluktan uzun sürüyor açılan bir yaranın bir günde iyileşmemesi gibi bir şeydi bu.
-Bu konuşmazlarımızı yazacak mısın? yazacaksın belli elinden kağıt kalem düşmüyor bari basit yaz biz de anlayalım, dedi yabancı.
-Roman yazacak kadar yaşadım. Tanıdığım ilk erkekle evlendim. Hayatımla ilgili pişmanlık duyacağım yaşı çoktan geçtim o yüzden bu kadar rahat konuşabiliyorum. Hayatı bir film seyreder gibi izledim. Hayata katılasaydım her şey başka türlü olurdu. Başkaları gibi karar almaktan karar vermekten hep korktum o yüzden benim adıma kararları hep başkaları verdi. Eş dost çocukları başarıdan başarıya koşmaya başladılar iş buldular, kariyer yaptılar, iş kurdular, ev aldılar, ev sattılar, tatile çıktılar tatilden döndüler, bunları övünerek anlattılar neylersin övünmek bir ihtiyaç galiba. Ama ben övünen insanlardan hep nefret ettim belki de övünecek bir yaşantım yoktu. Unutulan bir nesne gibi ben bıraktıkları yerde öylece duruyordum. Konuştukça anlatmak istediğim asıl meseleden uzaklaştığımı fark ediyordum. Üzüldüğüm zaman sustum, sevindiğim zaman sustum; böyle zamanlarda anlaşılmayı daha çok istiyor insan. Ben konuşmazsam beni nasıl anlayacaklardı? Böyle önemsiz sorunlarım vardı. Önemli bir insan olmayı istiyordum içten içe. Bugün durgunsun neyin var canım, diyen birine ihtiyacım vardı ben de ona hiçbir şeyim yok demeliydim ki bir şeyin olduğunu anlasın. Böyle sahte diyaloglara girebilmeliydi ara sıra insan.
Bir takım insanları sevmiyordum. Bir takım insanlar mutluluğumuzu kıskanırlar, giderek çoğalıyorlar mutsuzluklardan besleniyorlar, hata arıyorlar bir gün karşına çıkarmak üzere saklıyorlar genellikle akraba ve arkadaşlar arasından çıkıyorlar en önemli özellikleri kendilerini belli etmezler karda yürüyüp izini belli etmeyen cinsinden olurlar, dost gibi yaklaşırlar hayatına girerler hayatından çıkarlar. Ben hep bulunduğum noktada olduğum için beni bulmaları zor olmuyordu ama bir yerden sonra benim hayatım onların ilgisini çekmemeye başladı. Hayata karşı pasif olduğumu daha önce söylemiştim günümüz insanı tekdüzelikten hoşlanmıyor dedikodu yapacak bol malzemeli hayatları merak ediyor.
Düşünüyormuş gibi yapıyordum beynimin içi işe yaramaz fikirlerle dolu ve hiç biri beni kurtarmaya yetmiyordu.

21 Eylül 2011 Çarşamba

Bir Güzeli Bir Kötüye Vermişler

Bir güzeli bir kötüye vermişler. Neylersin dünya kötülerin. İyilerin bilmiyorlar değerini. Kötü adamların yanında hep güzel kadınlar vardı, bakıp biraz sevap kazanmak için.
Kalabalık, bir düğün yapılır, çok altın takılır. Bütün gözler gelinin üstünde güzel mi çirkin mi önce ona bakılır. Bülbülüm altın kafeste. Zihninde bir hayal kuruyorsun, bir kuşun özgürlüğe uçtuğunu görüyorsun.
Ve bazı kadınlar daha doğarken ihmal edilmiş, güzelliği sermaye edilmiş.
Bilmediğin şehirlerde, bilmediğin insanlar arasında gün gelir kızlık soyadını unutursun, bohçanda hayallerin.
Nerede ne zaman ne söylenmesi gerektiğini ne zaman güleceğini ne zaman susacağını bir yeni gelin her zaman bilmeli ama şaşırıyor insan. Çünkü burada hiçbir şeyi affetmiyorlar.
Hayat bazı oyunlar oynar insana siyah beyaz Türk filmi tadında. Tüm gücümüzle ayakta durmalıyız çünkü düşeni kaldırmıyorlar bu oyunda.
Kadın cevabı içinde saklı bir sorudur salında bilmezler. Bazı kadınlar kaybettikçe zenginleşir.
Büyüdükçe hayat zorlaşıyor, içimiz bulanıyor. Ne yapsak boşuna anneciğim senin öğrettiğin doğrular bizi mutlu etmiyor mutluluktan geçtik huzuru bulabilsek o da yeter bize.
Yaz henüz bitmemiş, ilk çocuğa gebe değildi, hayallerini yitirmemiş, sigaraya da başlamamıştı, önemsiz şeylere takılıp kalmazdı, insanların aklından korkunç şeyler geçtiğini de o zamanlar bilmezdi.
Hava karardı ışığı yakmayı unutmuştu radyoda bir Neşet Ertaş türküsü çalmaya başladı: cahildim dünyanın rengine kandım...

17 Eylül 2011 Cumartesi

Korkuyorum

Korkuyorum.
Seni değiştiren dünyadan, başkalarına inanmandan, bir başka kadını sevmek için bulduğun nedenlerden, başını alıp gitmenden, geçen zamandan, kullanıldıkça anlamını yitiren sözcüklerden, seni benden başka bir yöne yönelten şeylerden, beylik laflar etmekten, tutamayacağım sözler vermekten, aynaya bakmaktan yüzümdeki hüznü görmekten, söyleyemediklerimizden, davranışlarından anlam çıkarmaktan bu yüzden seni yanlış anlamaktan, kendimden, mesafelerden, tüm pazartesilerden, otobüs içindeki sinirli teyzelerden, başdöndürücü bir hızla gelişen teknolojiden, çağın gerisinde kalmaktan, oyunlardan, yeterince yaşamamış olmaktan, hata yapmaktan, umutlarımı harcamış olmaktan, hayallerimi kaybedip onları bulamamaktan, yalnız kalmaktan yalnızlığa alışmaktan, her şeyden, hiçbir şeyden, kısacası korkuyorum senden.

16 Eylül 2011 Cuma

Yirmibirinci Yüzyılda Ölmek

Farklı mı doğdum, insanlar mı beni bu hale getirdi, çok okumaktan mı oldu, farklı olmak için mi çalıştım, ben sıradandım da benim çevremdekiler mi farklıydı, yoksa hayatı mı farklı algılıyordum da her şey olması gerektiği gibiydi? bilemiyorum. Bilmediğim ne çok şey var.
Sadece diğerlerinden farklı olduğun, farklı davrandığın ve farklı şeyler söylediğin için bile seni acımasızca eleştirirler. Canını yakarlar.

Şimdi kötü fikirlerle dolu kafamın içi, yasaklasalar keşke beni. Onlara kötü bir şey yapmak istedim. Kendimi öldüreyim de üzülsünler, kahırlarından ölsünler bana yaptıklarına pişman olsunlar istedim. Sonra düşündüm yirmibirinci yüzyılda ayrılık acısı çabuk unutulur. İnsan kendini avutacak birini bulur. Belki kimseler üzülmez öldüğümle kalırım. Çabuk unutulurum. Ne de olsa üzüntüler geçicidir, ölüm kalıcı. Sonra niye öldürcekmişim kendimi? Nerde bende kendini öldürecek o cesaret. Her ne kadar yüksek bir binanın son katından kendini boşluğa bırakma fikri cazip gözükse bile korkağın tekiydim bu kadarını yapamazdım bilirdim. Hepinizden özür dilerim. Keşke biriniz öldürse beni.

Ayrılık acısı yirmibirinci yüzyılda tüm çağlardan daha kısa sürer.

Öfkeyle oynanan hep kaybettiren bir iskambil kağıdıyım ben. Erken kaybediyorum, tuttunamıyorum, ölemiyorum.

Yalnızsanız insanlardan fazla anlayış bekliyorsunuz demektir. İnsanlar neden söz ettiğinizi anlarlar sanıyorsunuz. Hayır anlamazlar. Kan kaybeden bir hasta gibi kelime kaybediyorum. Boyuna tükeniyor kelimeler, anlatacak çok şey var, dilimin ucuna geliyor söyleyemiyorum.

Hiçbir şeyi kaçırmamak için her yerde olmaya çalıştım; her yerde olmak hiçbir yerde olmaktır. Kendimi defalarca buldum, defalarca kaybettim.

Onsekiz yaşımdayken hayallerle yaşabileceğimi düşündüm. Şimdi anlıyorum ki insan hayalkırıklığıyla yaşamasını öğrenmeli önce.


15 Eylül 2011 Perşembe

Ben Bu Yazıyı Sana Yazdım

Sevilmeyenler, sevilmediğini düşünenler yazı yazarak kendini sevdiremeye çalışırlar, sonsuz bir çabayla yazarlar. Yazdıklarımı severse belki beni de sever diye küçücük bir ihtimalin gerçekleşmesini beklerler.

Ben bu yazıyı sana yazdım. Beni yanına al; birazımı öldür birazımı sakla. Azgelişmiş bir ülke gibiyim, seni hangi cümlenin içine katsam biraz eksik kalır, kimsesiz. Kelimelerin anlamlarını da almışlar. Anlatamıyorum, sen anla. Susuyorsam, insan söyleyemedikleri kadar diyedir.

Bana iyi görünen bu dünyaya hiç de alışamadığımı düşünüyorum; dağılmış bir okul bahçesi misali bomboş kalıyorum. Öğrencisi olmadan ne yapsam anlamsız işte bu bahçe.

Bizler yeryüzüne serpilmiş yalnızlarız aslında, hayalet gibi ruhlarımız birazcık anlaşılmak birazcık sevilmek için deli gibi dolaşıyor dünya içinde, hiç olmazsa sev beni düşlerinin içinde.

Bir şeyi artık istemekten vazgeçtiğim zaman ona sahip olunabileceğini öğrendim. İşte böyle bir zamanda çıktın karşıma.

İnsanlar arasında sadece seni kavrayabiliyor beynim. En çok ve en uzun sana inanmak istiyor içim.

14 Eylül 2011 Çarşamba

Yaşamın Yorgunluğu

Her şey değişiyor. Biz de değişiyoruz. Artık ben eski ben değilsem değişmişsem; yeniden başlatsak hayatı, yeniden başlasak yaşamaya, aynı hataları tekrar yapmamak, doğru yerde doğru zamanda doğru insanı bulsak ve orada kalmayı başarsak.
Mutluluk bir adım kadar yakın. Ama neye yarar? Düşmüşüm, dağılmışım, ayağa kalkamayacak kadar parçalanmışım, kendimi toplamam, kırıkları onarmam gerek. Gün gelir insan kendi kendini teselli eder.

Fikirler de alır başını gider. Beynimin içindeki düşünceler birbirinden bağımsız ve biraz öfkeli ve biraz aldırmaz hareket ediyorlar, tutamıyorum onları.

İnsan biraz kendi halinde kalmak, alışıldık bir yaşamın dışına çıkmamak, kalabalık içindeyse aşina olduğu bir yüze bakmak istiyor.

Bazen olur, toplum alır ameliyat masasına yatırır seni. En dayanıksız, en zayıf noktana vurular neşteri. Bilmezler ki yanlış teşhis, yanlış tedavi, iyileşmez bu hasta.

Hayatımı bir düzene koymam gerekiyordu. İşe nereden başlayacağımı bilmiyordum. Neyin benim için daha önemli olduğunu anlamaya çalıştım. Çok dikkatli davranmalıydım, önem verdiğim şeylerin sırasını karıştırırsam geriye dönüşü olmayan bir yola sapmaktan korktum. Korkuyordum. Bu yüzden hiç bir şey yapmadım. Uzay boşluğunda anlamsızca dolaşan bir çöp gibiydim. Kainatın içinde zerre kadar bile yer kaplamıyorken beni bulsunlar istedim. Beni bulsunlar varlığıma bir anlam katsınlar çünkü hayat varoluş mücadelesidir.

9 Eylül 2011 Cuma

Aklımın Kalan Yarısı

Aklımın yarısı yerinde değildi. Sağlıklı düşünemiyordum. İnsanların bunu farketmesinden bana deli demelerinden, bir akıl hastanesini unutulmuş bir odasına yatırılmaktan, tedavi ediyoruz diyerek zorla hap içirilmesinden, beynimin kalan yarısını da ilaçlarla uyuşturmalarından fena halde korkuyordum.

Aklımın kalan yarısını bir yerlerde ya da bir yerde unutmuş olmalıydım. Aklımın kalan yarısıyla yaşar mıydım, diğer yarısını bulur muydum, bulursam eskisi gibi olur muydum? Hiçbir fikrim yoktu.

Kaybeden olmak iş değildir, herkes yapabilir, herkes yapıyor. Herkes bir şeylerini kaybediyor bu hayatta ama çok azımız aklımıza mukayyet olamıyoruz. Bazen yarısını bir erkekte bırakıp geliyoruz.

Kaybetme sanatını öğrenenler, yaşama katlanabilme yeteneğini farkında olmadan geliştirirler. Katlanıyordum.

Diğer insanların sevdiği şeyleri ben sevmiyordum, Noel Baba'dan nefret ediyordum, palyaçoları çocukluğumdan beri sevmiyordum, geçmişimi sevmiyordum, geleceği düşünmek istemiyordum, futboldan, siyasetten, konuşmaktan, misafirliğe gitmekten, kuaföre gitmekten, oje sürdükten sonra kurumasını beklemekten, kalabalıklardan sıkılıyordum.
Geriye sevecek çok az şey kalıyordu. Bazen aklınızı başınızdan alan bir adam gibi.

Korkma, aç kapıyı dedim. Kalmaya değil; aklımın sende kalan yarısını almaya geldim.

26 Ağustos 2011 Cuma

Plasebo Etkisi

Yoksa sen benim kafamda yarattığım bir şey miydin, her gün içimde beslediğim, büyüttüğüm...İnsan zihninde her şey mümkündür.
Sen hiç olmadın da ben bir hayale mi kapıldım, bir yalan mıydın? Tüm hayatımı bir yalan kurgu üstüne mi kurmuşum ben? Kendi kendimi aldatmışım, aldanmışım.
Sen yoktun da ben kimi sevdim? Nasıl izin verdim beynimin çatlaklarından içeri sızmana, anlayamıyorum.
Yollar seni bana çıkarsın diye sürekli seyahat halindeyim, fazla basit, fazla sıradan bir kahvede ya da caddede güneş doğarken, batarken, tam tepemizdeyken farketmez belki el ele yürümenin hayalini kurmuştum. Çok şey değil.

Seni bulmak için çıktığım yolculukta kendi mi de kaybettim.
Çok sevdiğim için mi onu düşünüyorum yoksa çok düşündüğüm için mi onu seviyorum, bilemedim ama ikisi de aynı kapıya çıkıyor ve her seferinde kapılar yüzüme kapanıyor.
Sana hikaye yazmaktan başka bir şey gelmiyor elimden ve yazdığım hikayeler seni bana getirmiyor. Yazmak yaşamak kadar zor.

Bir hayale aldanmak delilikse, ben deliyim evet.
Ben seni hayallerimin içinde belki de ulaşılmaz bir yere koymuşken; kim bilir sen hayallerinin içine hangi yabancı kadını alıyordun, beni kimlerle aldatıyordun?
Belki biraz kurnaz olmak gerekiyor bu hayatta bunca sahteliğin içinde oyunu kuralına göre oynamak gerekiyor. Hayatı biraz tanımak, alışmak, karışmak gerekiyor. Ben bunları pek yapamadım. Zihnimde bile sana yaklaşamadım.
Bana ait olmadığını bildiğim bir yabancı düşünceydin aslına bakarsan.
Beynimde sürekli ateş eden bir mitralyöz gibisin.
Bir tek yaşamım var benim. Onu boş bir hayal uğruna harcadığımı kabul etmek istemiyorum.
Sanki bütün sırlarım havada dolaşıyor. Herkes görüyor, biliyor, alay ediyor.
Neden hep ben kendimde eksik yönlerimi aradım, durmadan; iyi ve yetenekli yönlerimi nasıl keşfedebilirdim hal böyleyken?
Hayata karşı zayıf bir tutum sergiliyordum, güçlü olmam gerektiğini biliyorum. Doğanın kanunu buydu yalnızca güçlü olanlar ayakta kalabilir. Oysa ben kim bilir kaç kere düştüm. İnsan olabilmenin en dibe vurduğu noktayım. Düştüğüm yerden tekrar başlamayı, ayağa kalkmayı, dipten çıkmayı biraz zor olsa da öğrendim.
Kafamın içi trajik bir şekilde aynı kadına aşık olan iki yakın arkadaşın içine düştüğü çelişkiler ile doluydu. Ucuz kahramanlıklara, Don Kişotluğa hiç gerek yoktu. Dengemi korumak için hep mücadele ettim.

Bir hastaya kendini iyi hissettiren plasebo etkisi gibi bir şeydin sen düşüncede iyi gelen; gerçekte hiç olmayan.

23 Ağustos 2011 Salı

Ben Bu Yazıyı Kendime Yazdım

Hayatınızda bir kez dahi olsa dibi gördüyseniz kalbinizin bir kavanoz dibine benzediğini bilirsiniz. Nasıl kavanozun içinde bir şeyler bitse bile biraz kahve, biraz şeker, biraz reçel kalıyorsa; biten bir aşktan biraz acı, acı verenlerden biraz nefret, gidenin ardından biraz hüzün, hasret kaldığında özlem, yaşanmamış duygular adına biraz öfke, kalır kalbinde.
Derinde kalan her şey anlamlı bir hüzne dönüşür zamanla yüzünde, sadece dikkatli bakanların anlayacağı.

Kendisinden büyük yiyeceği taşıyan karıncalar misali, hayatın yükünü taşıyoruz sırtımızda.
Hiçbir şey istemiyorum ve böylece beklentilerin sıfırlanıyor ve kendiliğinden gelen bir mutluluk hali sarıyor beni ya da bir sabah annesinin babasının süpriziyle uyanan çoçuk gibi kendiliğinden oluveren şeyleri hayatın bana yaptığı küçük süprizler olarak algılıyorum. Tabi hayatın bize oyun oynadığı da oluyor ara sıra.

Bir kadın olarak seviyoruz yanında güvende olduğumuz, kendimizi huzurlu hissettiğimiz, zeki erkekleri. Yanlarında mutlu oluyoruz ama bir yerde bozuluyor büyü. Bir yanlış anlaşılma, bir ayrılık, bir koyvermişlik oluyor bir zaman sonra. Ne yapalım biz hayat yorgunuyuz bir aşkın peşinde koşacak değiliz. Koşsak bile yakalayabilecek miyiz? Sonra biz yalnızlığa alışığız.

Kendime öyle kalabalığım ki bu aralar, içimdeki kalabalık sürekli benimle kavga halinde. İçimdeki kalabalığın içinden kurtulmalıyım.
Benden giden ne varsa bir şeyler alıp götürdü, giden gelir mi bilinmez. Gideni değil kendimi bekliyorum. Giden her parçam elbet bir gün dönecek bana.

İki kelimeyi birbirine bağlayan bağlacımı kaybettim dolayısıyla iki insan bağlanamıyor birbirine cümlelerimde bile. Ve ne yaparsan yap az gelişmiş bir cümle olmaktan kurtaramıyorum onları.

Yaşam gelip geçiyorken ben sadece izliyorum. Bir film şeridi gibi akıyor hayat, bir sabun gibi kayıyor ellerimden tutamıyorum, yakalayamıyorum kaçırdığım bir şeyler var bu yüzden yaşamaya bile geç kalıyorum hep biraz geriden geliyorum.

Gelecek günler bana ne getirecek? Hiçbir fikrim yok. Nerede yaşarım, nerelere giderim, hangi kıyafetleri giyerim, hangi kitabı okurum,hangi insanlarla görüşürüm, hangi gazeteyi takip ederim, nerede yemek yerim, hangi evde yaşarım?
Benimkisi saçma bir düşünce şekli!




19 Ağustos 2011 Cuma

Genç Bir Adamın Düşündürdükleri

Sabah. Çok erken. Günün ilk ışıkları bunlar. Genç kadın bu saatleri çok seviyor. Elinde yıllar önce yazılmış mektuplar duruyor. Sayıca fazla değil. Çünkü mektubun yazıldığı dönem internet yeni yeni hayatımıza giriyor. Artık mektup yerine e-posta atmaya kendimizi alıştırmaya çalıştığımız yıllardan bahsediyorum.
O yıllarda derdimizi 140 karaktere sığdıramazdık. Duygularımızı anlatmak için roman bile yazmaya hazırdık. Yani benim kuşağımdan bahsediyorum, yaklaşık olarak 80 öncesi doğanlardan. Duygularımızı fazla ciddiye alırdık, tek kanallı televizyon çocuğu olduğumuzdan sanırım. Gözümüz açılmadı ki bizim. Neredeyse hepimizde televizyon kapanışlarının vazgeçilmezi rap rap yürüyen askerleri seyretmekten hafif bir askeri disiplin bile vardı, terbiyeli çocuklardık, demek istediğim.

Genç kadın sevdiği adamdan gelen mektuplara bakıyordu. Bir kelime bir cümle arıyordu. Yoktu, sanki öyllesine yazılmış durum bildiren mektuplar. Ne yapsın genç adam duygularını belli etmiyordu, etmeyi bilmiyordu. Böyle avutuyordu kendini genç kadın. Sadece bir cümle değil, cinsellik içermeyen bir dokunuş, bir bakış yakalamaya çalışıyordu sevdiceğinden.

-Ya seviyor belli edemiyor ya da sevmiyor belli edecek bir şey kalmıyor, ömrümü bitirecek bu çelişki, diyerek söylendi.

(Genç kadın benim neslimden olduğu için onu iyi tanıyorum.) Ama o kendisinin tanınmasından hoşlanmıyor. İnsanların açığını yakalamalarından korkuyor. Bir çok korkuları var. Bunlarala başa çıkmak zorunda kalıyor. Bu yazının konusu olduğu için üzülüyor. Kendini yiyip bitiriyor. En büyük özelliği derdini kimseye anlatmıyor, anlatamıyor. Anlamayacaklarını biliyor. Özellikle ilişkisini, sorunlarını kimseye açmazdı çünkü başkalarının fikirlerinden çok kolay etkilenirdi. Oysa herkesin bulunduğu şartlar farklıydı. Başkaları bunu bilmez. Onlar bütün sorunları aynı şartlar altında değerlendirirler ne büyük cehalet! Oysa tarih bile günümüz koşullarında değerlendirilmez.

En kötü yanı beklediği cevapları bulamayacağından dolayı soru sormaktan çekinmesiydi. Bu yüzden hayatta çok şey kaybetti. Bunları kayıp olarak görmezdi. Sevdiği adama "beni seviyor musun?" diye sorabilseydi; sormazdı. Evliliğe meraklı kızlar gibi görünmek istemezdi. Çünkü insan bir soru sormaya alıştırırsa kendisini "çocukları sever misin?", hatta kendini kaybederse "çocuk yapalım mı?" gibi akla hayale gelmeyen sorular sorabilirdi.

Sormadığı için cevabı kendi aradı. Ne yazık ki bulamadı.

Genç kadın bir zamanlar anlaşılmak için yanıp tutuşuyordu. Beni anlayacak anladığı gün çok sevecek, diyordu.

Sırf anlaşılmak için fırsat buldukça, kendisinden, sevdiği filmlerden, okuduğu kitaplardan, aşık olduğu yazarlardan, roman kahramanlarından, dinlediği müziğe kadar kendini anlatma çabasına giriyordu.

Çabalarının ne kadar boş olduğunu anlaması uzun sürmedi. Kendinden daha az bahseder oldu.

-Benim duygularım sizi ilgilendirmez bayım, demek gibi.

Artık duygularıyla ilgilenmesinler , neye üzüldüğünü, neye sevindiğini bilmesinler istiyordu. Polisten kaçar gibi duygularını insanlardan kaçırıyordu.

Duyguları yabancıların eline düştüğünde, kendisini başka bir insan yapmaya çalışacaklardı.

Korkardı kendine acınmasından. Güçlü görünmeye çalışırdı, öyle de sanılırdı.

Kendimin Öyküsü

"Bize ağır gelen kendimizdir"
Cahit Zarifoğlu


Bir kitabı çok seversen iyi; bir hastayı tedavi etmek gibi. Kitap bitince tedavi de yarım kalıyor, hasta kaderiyle başbaşa bırakılıyor sanki. Ne önemi var ki: zaten yanlış bu teşhis bu tedavi.
Hem kendimi en gizli köşelerime varıncaya dek tanımak istiyorum hem de bundan ölesiye korkuyorum. Yine de zamanla insan kendinde hiç tanımadığı yeni bir "ben" keşfedebiliyor. Hayat insanla oynuyor, şaşırtıyor.
Sorumlulukların özgürlüklerini kısıtlıyor. Farkındayım, tedirginim, deli gibiyim. Etrafımız duyguları bastırılmış insanlarla dolu sırf bu yüzden. Annesi babası mutlu olsun diye daha hayatımızın başında yanlış mesleklere yöneliyoruz, yanlış insanlarla evleniyoruz. (İnsan kendi seçtiğiyle de mutsuz olabiliyor, bunun formülü yok elbet.)
Belki sana verilen sorumluluklardan kaçmak istiyorsun ama kendine bile itiraf edemiyorsun. Benimki de öyle bir şey, kendi gerçek hayatımdan kurtulmak için böyle sürekli şikayet ediyorum, sağa sola saldırıyorum.

Hayat bazen savunma hakkı vermez insana, ne yapalım kendimizi saydıramıyoruz daha.
Kendime değe vermeyi öğrenmeliyim. İçimdeki pişmanlıkları, hataları, keşkeleri kazıyabilseydim. Bir kurtarabilsem kendimi düşüncelerin elinden, yeni bir hayata başlayacağım.(Yalan)
Kafanı meşgul eden düşünceler tek tek ele aldığında basit, önemsiz. Birleştikleri zaman üstesinden gelemiyorsun. İnsan kendi kendinin karşısında ne kadar çaresiz.

Korkuyorum, düşünceye dönüşen duygularımdan; çocukluk anılarımdan, yanlış insan olmaktan, yanlış planlama yapmaktan, yanlış zamanlamadan, hayatımı yalnızlıktan kurtarmaya çalışırken yanlışlığa sürüklemekten.


Basit sorunlara derin anlamlar katıyorsun. Ölüme gidecek cesaretin var ama bir kelimeye yeniliyorsun.

16 Ağustos 2011 Salı

Bir Kadın Bir Hayat

Arabadaydı, arka koltukta sessizce dışarıya bakıyordu. Yanından kayıp giden arabalar vardı tıpkı tutamadığı hayatı gibi. Ama onun bir tane hayatı vardı, başka şansı yoktu ve şansa inanmazdı şansa inansaydı çok şansız biri olduğunu söylemek gerekirdi.
Önde arabayı kullanan sevdiği adam ve yan koltukta ortak dostları oturuyordu. İşte tam bu sırada yandan bir kamyonet dolusu bağa bahçeye ya da tarlaya giden köylü genç kızlar, kadınlar geçti.
İnsan evlenecekse işte bu kızlarla evlenmeli, dedi sevdiği adam. Sevdiği kadın arkada otururken aslında böyle fütursuzca laflar edilmemeliydi ama nasıl olsa alınmazdı şaka olduğunu bilirdi.
Arkadaşı destek verdi: en fazla bulaşık makinesi ister bunlar adamdan, dedi.
Şaşırmıştı. İşte üniversitede öğrendiği dersler bir erkeğin karşısında hiçbir işe yaramıyordu. Kitaplardan öğrenilmiyordu hayat. Cümlelerin bittiği yerde hayat başlıyordu. Ve öyle çok yerinden kırılmıştı ki hayatları isteseler de hiç bir cümlede bir araya gelemezlerdi, çaresiz.

Çok kolaydı, fazla kolaydı yaşamak, nefes almak yeterdi. Bir de anlayabilseydi.
Hakkımda hüküm verilmiş dedi kadın, ben yokken ameliyat masasına yatırmışlar beni parça parça etmişler , şimdi istesem de toplayamam kendimi, birleştiremem dağılan parçalarımı. Birleştirsem de eskisi gibi olmaz artık. Kafka da, Atay da kurtaramaz beni.

Duymamazlıktan gel, dedi kadının iç sesi. Öyle de yaptı. Sustu. Üstünde durulmayacak kadar önemsiz, mühim değildi. Ama anlasaydı, anlayabilseydi. İşte insanoğlu böyle açgözlü neylersin, bilinçaltında fantezi dünyalarında köylü kızları da olduğunu bilmiyordu, öğrenmiş oldu. Belki şaşkınlığı bundan ibaretti. Yarinden memnun değildi demek. Okumuşunu denedik mutlu olamadık bir de okumamışını deneyelim, diyordu. Nasıl olsa yatakta Dostoyevski okumanın ya da siyasal tarih dersinde öğrendiklerinin ya da cumhurbaşkanlarının isimlerini sırayla sayabilmenin bir önemi yoktu.
Niye susuyorsun dedi ortak dostları.
Canı konuşmak istemiyordu. Küçük burjuva, bohem bozuntusu hayatlarından hiç bahsetmeyi istemiyordu canı. Aklına kötü şeyler geliyordu. Aklına mukayyet olmalıydı. Bir susturabilse idi iç sesini. Hayatı kaçırılmış fırsatlarla doluydu, eş-dost çocukları başarıdan başarıya koşarken annesi için üzülüyordu annesinin övüneceği biri olamamıştı, bir arkadaşı X partisine çağırmıştı, partiye de girmedi, şiir yazmasını da beceremezdi, feminist bile sayılmaz; o bir arabanın arkasında kendisiyle hesaplaşıyordu.

Üzgünüm anne, tüm emeklerini boşa çıkardığım için, kendi kendime yenildiğim için, kurumuş bir ağaç gibi yıllarım üstüme devrildi hayatım bir enkazdan ibaretmiş meğer, diye düşündü.

Sanki birileri ondan (kadından demek istiyorum, burada kahramanımız kadın ama bu onu bilmiyor) hesap soruyordu: Neden sürekli kendimi düşünüyorum ki ben? Çünkü benimle ilgilenen bir insan bile yok bu yüzden kendimi düşünmek zorundayım, kendime dayanmak kendime katlanmak mecburiyetindeyim.

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Beyin Üstü Düşmek

" Dünyaya gelmek bir saldırıya uğramaktır."
İsmet Özel

Sevilmediğini hisseden ve bunun farkında olan bazı kimseler yazı yazmayı seçer. Belki yazılarını beğenen birileri olur ve yazı bir tutkuya dönüşür. Hem duygularını anlatmanın hem de sevilmenin yoludur.
Sevmek ve karşılık bulamamak yok olmaktır. Varolduğunu kanıtlamanın en iyi yolu yazmaktır.

Mahkeme önünde suçunu kabul etmiş bir suçlu gibi korkuyorum zaman zaman. Oysa hesabını vermeyeceğim hiçbir şey yok hayata karşı. Ama yine de korkuyorum. Bilinmeyen günlerden, kıskanç insanlardan, herşeyi tüketen çağımızdan, kapitalizmden...Bir roman kahramanı olamayışımdan.

Herkes şanslı değildir. Bazıları doğarken beyin üstü düşer. Ama aldırmam; olmadık bir zamanda çapkın bir erkeğin gülüşü çelmiyorsa aklını, zaman zaman kaçıp gitmek istemiyorsan uzaklara, kalabalıklardan sıkılıp yalnız kalmayı özlemiyorsan, bir romanın kahramanı olmuşsun ne fayda!

11 Ağustos 2011 Perşembe

Bir Kadının Kafası Karışıksa

Kendini kalabalık bir aileye gitmiş beceriksiz bir yeni gelin gibi hissediyordu. Sanki tüm gözler ona çevrilmiş kusurunu arıyorlardı. Kendisinde bir eksiklik varmış da bunu kendisi dışında herkes biliyormuş gibi pis bir düşünceye kapıldı.

Evin içindeki eskiden gözüne batmayan eşyalar birer fazlalık gibi karşısında duruyordu şimdi. Oturduğu koltuk dışında ve bir de tabi kitaplık dışında tüm eşyaları gereksiz buldu. Aynaya baktı. Güzel sayılırdı. Böyle ince kalabilmeyi başarabilecek miyim? diye düşündü. İnsan bir kilo almaya başladı mı devamı gelirdi, kilo almak istemezdi, böyle iyiydi kendini kuş gibi hafif hissediyordu. Biraz kilo aldığı zamanlarda kendini hantal, ağır bir iş makinesi gibi hissederdi.
Sonra bir erkeği idare etmesini bilmezdi. Annesi tam olarak böyle söylemişti. Ne idare edilmek isterdi ne de idare etmek avcunun içine almak isterdi bir erkeği. Çünkü birisine her şeyinizi verirseniz özgürlüğünüzü de verirdiniz buna katlanamazdı doğrusu.

Hayatı kaçırılmış fırsatlarla doluydu. Yaz bile başkaları için gelmişti sanki.
Kendisi olmaktan korkuyor ne var ki insanın kendisine katlanması gerek bunu da anlıyordu.

Sevdiği adamla kopmak üzere olan bir ilişki vardı, ve birbirlerine söylemeleri gereken bir çok cümle birikmişti. Kelimelerden daha önemli bir şey yoktu şu anda. Ne var ki sevdiği adam özgür olmak istemiyor kendisini çekip çevirecek arkasını toplayacak yeri geldiğinde akıl danışacak kendini tüm benliğiyle teslim edeceği bir kadına ihtiyaç duyuyordu.

Kafası karmakarışıktı. Dayak yemiş gibi kendini yorgun, bitik ve yitik hissediyordu. Bu duyarsız hali bu koyvermişlik başka insanları korkutacak derecedeydi. Keşke kimse bilmeseydi bu karmakarışık ruh halini ama bedeni durgun boş gözleri kendini ele veriyordu. Güçlü görünmeyi ne çok isterdi ama rol yapmasını beceremezdi.

Bu saçma belirsizlik zamanla hoşuna gitmeye başladı sanki birbirlerine tam manasıyla sahip olurlarsa her şey ama her şey bitecekti. Bitsin istemezdi biraz özgür kalmak bitti derken yeniden başlamak istedi.



10 Ağustos 2011 Çarşamba

Kendimi Kaybetmek İçin Yazıyorum

Oğuzum Atay, evet haklısın tehlikeli bir oyun yaşamak. Ve ben hiçbir cümleye ait değilim artık çünkü yazarken öyle dağınık ki kafamın içindekiler bir bütün oluşturamıyorum istesem de yapamıyorum .
Nedir yaşamak? Beş bardak su içtim, iki dilim ekmek yedim, iki çay bardağından büyükçe bardakla çay içtim, bir tane sigara yaktım (tüm şehri yakmayı aklımdan geçirdim), uyudum uyandım, sokağa çıktım önce giyindim giyinmeden sokağa çıkamam ki henüz o kadar delirmedim ben. Ve benim çelişkili yanlarım... Yaşamak buysa yaşıyorum ben.

Her insan farklı bir yaşam demektir, her insan hayatta farklı izler bırakır. Benim bıraktığım iz kahve içerken fincanın kenarına bulaştırdığım ruj lekesi kadar önemsiz!

Akşam olduğunu unuttuğumuzda : "Akşam oldu haydi eve gel" diyerek bir anne gibi arkamızdan bağıracak tek bir kişiye ihtiyacımız var; kendini unuttuğunda seni sana hatırlatacak birine ...

Geriye yazmak kalıyor unutmak için sırf.

Kendimi kayberdersem ancak unutabilirim.

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Hayat Bir Oyun Sahnesi Gibidir





Bazen istersin, beklersin, özlersin, hayal edersin. Hayal dünyasında hep güzel şeyler vardır; yapamadıklarımız, olmak istediklerimiz...



Eskiden hayallerim dünyaya sığmazdı şimdi cebime doldurduğum çakıltaşları gibi yaşıma inat yıllar geçtikçe sayıları eksiliyor. Sanki denize karşı dikilmişim ve her hayalkırıklığında cebimden bir taşı alıp söverek denize fırlatıyorum ben. Biliyorum bir gün elimde hiç çakıltaşı kalmayacak, hayalsiz bakalım ne yapacağım? Realist olurum o zaman ve lütfen lütfen bana masal anlatmayın ben realist bir kadınım, derim.

Ayrıntılara takılmaktan vazgeçmeliyim, bir erkek gibi düşünmesini öğrenmeliyim. Ne var ki erkeklerin dünyası da karışık bence. Çünkü erkek mağdur kadına dayanamıyor. Sense mağdur rolü oynayamıyorsun hayat bir oyun sahnesi gibi bunu unutuyorsun güçlü olduğundan değil elbette. Ve sen kaya gibi bir erkeğin karşısında duruyorsun sesin yankılanması gibi kayaya çarpıp geri dönüyorlar sanki ve gene yalnızlık. Oysa bırakın bir kayayı, kayadan kopan bir zerrecik bile olmayı beceremedim ben.


Sırf sorunlarımı anlatmadığım için sorunsuz bir hayatım olduğunu düşündüler (neşeli gözüktüğüm için olabilir) ne güzel bir hayatın var insan senin yerinde olmak istiyor, öyle mi canım..Dünyaya gelip derdi olmayan var mı? İnan ki yok şekerim.


İçsesim Donkişot olmaya ucuz kahramanlığa soyunma, diyor. İçsesimi dinliyorum, sanki içimde başka bir kadın var beni yönetmek istiyor. Sanırım benim iyiliğimi istiyor, bana acıyor.


Yanılıyor olabilirim her şeyi biliyor olamam. O zaman tüm insanlıktan özür dileyeceğim:

Ben yanıldım siz haklıydınız, siz kazandınız! diyeceğim.

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Bazen yıllardır tanıdığın biriyle, yeni tanışmış gibi konuşacak bir şey bulamazsın. Bu durumdaydık, ikimiz de susuyorduk. Sanki konuşacak her şey konuşulmuş, kavgalar edilmiş, tartışmalar bitmiş, birbirini iyi tanıyan iki insanın rahatlığı var üstümüzde. Zamanla insanların ilgisi azalıyor birbirine.(Bu ayrı bir yazı konusu şimdilik konuyu dağıtmamalıyım)
Şimdi senin durgun gözlerle çevrene bakmanı seyrediyorum. Seni güldürsem küçücük gözlerin gülerken bir çizgi gibi olsa, diyorum içimden. Yapamıyorum, gereksiz bir ciddiyet var üstümde. Canım komik olmak istemiyor. İkimiz sanki çok konuşup az şey söylemekten çekinir gibiydik. O yüzden az konuşup çok şey söyledik.
Sen başarısızlıktan nefret ettiğini söylüyorsun, planlarından bahsediyorsun. Hayat, sen planlar yaparken başına gelenlerdir. Sen planlarla ben hayatla ilgileniyorum. Belki bu noktada birbirimizi tamamlıyoruz, bilemiyorum.
Gezilecek şehirleri, okunacak kitapları, yaşanacak hayatları merak ediyorum.
Bir kitapçıya gidiyorum, hiçbir kitap almadan çıkıyorum. Yeni çıkan kitaplar arasında ilgimi çekecek bir kitap yok. Bir çok kitap klasik, sıkıcı, bol mesaj içerikli kitaplar, yazarlar delirmiş olmalı (Bu yazarların postmodern akımdan haberleri olmaması ne kötü modern olsa bile yeterdi bana, dediğim gibi çoğu ne yazık ki klasik çok azı ilgimi çekiyor ve sevdiğim yazarların çoğu yaşamıyor ama konumuz bu değil, konuyu dağıtmamak içi ne kadar çaba sarf ettiğimin farkındasınızdır. Sanırım bu yazının bir konusu da yok. Ben sanki ana konu varmış gibi yazmaya devam edicem. Bunun nasıl zor bir şey olduğunu bilemezsiniz hayat da yazı gibidir aklına gelen her şeyi söyleyemezsin aklına gelen her şeyi yazamazsın. sonra insanların aklı karışır. Benim aklım hep karışık ama kimseyi kendime benzetmek istemem. Ne kadar iyi bir insan olduğumu da anlamışsınızdır sanırım) Nerde kalmıştık evet: Benim sıkıldığım bir kitaptan çoğunluğun zevk alarak okumasına hayret ediyorum. Sorun ben de olabilirdi. Başkaları gibi olsaydım ortalama bir kadın gibi ortalama bir erkek gibi... Belki o zaman ortalama bir huzur ortalama bir mutluluk yakalayabilirdim. Ne var ki yıllardır biriken acılarımı böyle ani gelen ortlalama bir mutluluğa harcayamazdım. Acılarımda herkesin emeği vardı.
Bense çok şey anlatmak istiyor, duygularımı ifade edecek doğru kelimeyi bulamadığım için cümle bile kuramadığım oluyor. Saçmalamaktan, yanlış anlaşılmaktan korkuyorum.
Koskoca evrene inat bir zerrenin içinde kayboldum.

2 Ağustos 2011 Salı

Hayatın Kendisi

Nerede değilsek orada mutlu olacakmışız gibi gelir. Çalışıyorsak tatilde, evliysek ya da sevgiliysek bir başkasıyla, başka bir meslekte, başka bir şehirde, başka bir evde; sanki daha mutlu olacakmışız gibi gelir insana. Sanırım bunlardan en az birini içimizden geçirmişizdir. Bunun çok doğru olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim çünkü nereye giderseniz gidin kendinizi de oraya götürmüş oluyorsunuz, fark eden bir şey olmuyor.

Hayata karşı en az ona kadar içimden saymalıyım, hayatın gülünç yönlerini bulmalıyım, ufak şeyleri dert etmemeliyim, daha az konuşmalı, daha çok dinlemeliyim. İnsanın kendi kendisine öğüt vermesi saçma olarak görülebilir kaldı ki saçma şeyleri severim.

Beklediğinden daha az para kazanmış olabilirsin, birisi sana sormadan senin adına karar vermiş olabilir, hayallerin gerçekleşmemiş, sevilmemiş, ihmal edilmiş (yazı çok acıklı bir yöne doğru gidiyor farkındayım insanlık adına kısa kesmeliyim)...

Bu yaşıma kadar hayata başlayacağım günü bekledim. Üniversiteyi bitirince, iş bulunca, evlenince, çocuk yapınca, yarım kalan işlerimi tamamlayınca, faturalarımı ödeyince, borçlarımı bitirince... sanırım gerçek bir hayata başlayacaktım. Borçlarım bitmedi, daha iyi bir işim olmadı, her zaman yarım kalan bir şeyler oldu. Hayatın beni beklediğine inandım. Sonra fark ettim ki tüm bu mücadele hayatın kendisiydi.

30 Temmuz 2011 Cumartesi

Sevmek Bir Kişilik Bölünmesidir

Bir kişilik bölünmesiydik biz. İstesek de bir bütün olamıyoruz, parçalanıyoruz; bir kristalin yere düşmesi gibiyiz paramparça yerlere saçılıyor hayatlarımız. Hayata tutunamayan birbirine nasıl tutunsun? Nasıl bir bütün olsun? Bölünüyorduk bir elma gibi ortadan ikiye.

Oysa ben bir kum tanesi kadar bile dünya üstünde yer tutmazken, belki bir zerrecik olabilirsem, bunu başarı sayarım.

Sözcükler bir sabun gibi kayıyor beynimin kıvrımlarından düşecekler, tutamıyorum onları; bu kadar çok severken senden mantıklı cümleler kurmanı bekliyorlar üstelik.
Hiç sormazlar, ilgilenmezler seninle. Çünkü ilgiyi çekecek hep başka birileri bulunur belki onlar hayata da tutunmuştur. Hep bu yüzden başkalarını sevmeleri, seni sana bırakıp gitmeleri, terketmeleri.

Ben bir can sıkıntısıyım küçüğüm ve bilmezler hiç bir şey iyi gelmez can sıkıntısına insanın sevdiğinden başka.

Kendine uzak, sevgiye yakın ve sevgi yalnızlığa kurulmuş bir tuzak gibi bekliyor bizi.
Bölünürüz, çoğalırız, eririz, biteriz, yok oluruz. Bu hayat bu hayal benim, bundan kime ne?

Hep bir yanlış anlaşılma korkusu, kendini ifade edememe yetersizliği yüzünden bütün hayatım bir hayale döndü.

29 Temmuz 2011 Cuma

Beynimin Çatlaklarından Sızan Düşünceler




Haklı çıkmak istiyordum. Kendimi haklı çıkaracak bir düşünceye fena halde ihtiyacım vardı.Tabii burada yaşanmış bazı olayları yazmak gerekecek. Ama geçmişi anmanın yeniden deşmenin kimseye faydası olmaz. Sadece yeni bir düşünce şekli geliştirmem gerekiyordu. Bunu yapamıyordum. Çünkü bazı duygularımdan korkuyordum. Bu esiri olduğum duygulardı. Mükemmel bir köleydim. Bu açıdan bakınca hiç bir zaman özgür olamayacağımı biliyordum. Bunu bilerek yaşamak korkunç bir şeydi. Bu duygularımın altında eziliyordum. (Bunları yazarken bir ergen gibi davrandığımın farkındayım. Çünkü bu tarz duygu yoğunlukları ancak ilk gençlik yıllarında yaşanır. ) İnsan büyüse bile kendisiyle savaşı bitmiyor.


Dünyayı kurtarmaktan zaten vazgeçmiştim, ülkemi kurtarmayı bırakın kendimi kuratabilsem yeter bana.


Yabancı bir şehre giden yolcu tedirginliği vardı üstümde. Bazı duygulardan kendimi kurtarmam gerekiyordu. Burada okuyucunun kafasını karıştırmamak için hayatımda bir kaç kırılma noktasının üstümdeki izlerinden bahsetmeliyim. Aslında çok önemli olaylar değildi, bilinçaltım olmasaydı, psikoloji keşfedilmeseydi; inanın öyle basit ve önemsiz şeylerdi ki...buraları sevdim, diplerde gezmek dolanmak hiç de fena değildi. Ama insan burada her şeye inanıyor çünkü çok fazla kalınmaz yeraltında, bir gün insanlar arasına karışmak istersin eski günlerini özlersin o zaman yalanlara bile inanmaya hazırsındır.


Beni üzen bir olay karşısında, benim üzülmem dünyaya vız geliyordu. Bir takım korkularım vardı. Sonra düşündüm benim korkularım kimin umurunda. Sen kimsin, kendini ne sanıyorsun ki bu kadar değer veriyorsun duygularına? Bunu artık kendime sormam gerekiyordu. Bir gerizekalı gibi davranmayı bırakmalıyım mantıklı düşünmeliyim.


Bazı hatıralar sivrisinek gibidir siz onu asla istemezsiniz ama olmadık bir zamanda sizi bulur etrafınızda döner sizi deli eder. İşte bazı şeylerden kurtulamıyorsun. Ama geçmişi çok fazla düşünmek budalalık etmekten başka bir şey değildir.




Koskocaman bir hiçlik duygusunu bastırmıyor bildiğim her şey, içimdeki dalgalar kıyıya vuruyor ve düşünceler beynimin çatlaklarından dışarıya sızıyor.

27 Temmuz 2011 Çarşamba

Ben Çizgi Film Kahramanı Değilim

Hayatımız bize verilen rolleri oynamakla geçiyor ve hiç kimse bir başkasının rolünü oynayamıyor. Ne yazık ki okullarda hayat hakkında hiç bilgi verilmiyor. Ve nasıl oynayacağımız dahi bilemiyoruz. Ellerimizde diplomalar karşımızda koskoca bir hayat var. Bilgi olarak çok şey öğreniyor ama hayat karşısında hiçbir şey bilmiyor, hayata yenik başlıyoruz.
İtiraf etmem gerekirse bu hayatı haketmek için herhangi bir çabam olmadı bu yüzden şikayet etmiyorum.
Sonra bir yerde koptu hayatla tutunduğum ipler. İçimden öldürmeyi geçirdiğim insanları bile affederken buldum kendimi. Benim için artık ne önemi vardı ki onların. Bırakayım onlar yaşasın bu hayatı, her biri kendine biçilen rolleri hak etmeye çalışırken; ben o rollerden kendimi kurtarabilirsem yeter bana.
Hem ben çizgi film kahramanı değilim ki, bir tane canım var. Ruhumu kayberdersem yerine koyabileceğim hiçbir şeyim yok benim. Ama asıl mesele bu değil. Her zaman asıl meseleden uzaklaşacak bir şey buluyor insan. Bu benim her zaman ki halim belki her birimizin hali böyle. Gereğinden fazla telaşlanır, gereğinden fazla üzülür, gereğinden fazla düşünür, gereğinden fazla severiz.

25 Temmuz 2011 Pazartesi

Yaşanmamış Hayat

Zaman sensin. Bir varsın bir yoksun. Sen istersen çözülür ancak bu düğüm.
Seni sevmekten döndüğüm bir akşam anladım ki seni anlatmaya yetmez kelimelerim, kifayetsiz kalırım. Sırf seni daha iyi anlatabilmek için tüm kitapları okumuş olmayı dilerdim.
Tüm yollar sana çıksa neye yarar? Ben kaybolduktan sonra.
Yaz bana. Manidar sözler olsun, yüreğime değsin, çok yalnız kaldım bu aralar.
Beni merak ediyor musun? Aklına geliyor muyum? Düşündüğün ben miyim? Öyle olması gerekmez mi? Çünkü senden gittiğim gün kendimi sende unutmuşum. O yüzden kendimden bu kadar uzak kalışım. Kendimden uzak kaldığım günden beri yabancısıyım bu dünyanın. Hiç bitmeyen bu savaşta yenilmek istedik ikimizde.
Sen olmadan kendim olmaya çalışıyorum, böyle olacağını nerden bilebilirdim.

Karışıyor içimdeki acılar birbirine. Düşündüm ve işin içinden çıkamadım. Biraz da sen düşün benim yerime. İnan üzülmek o kadar kötü bir şey değil. Bizi biraz daha insan yapar o kadar.

Tüm hayatımı anlatasım var. Yalnız bir parçasını kayberdersem yerine koyabileceğim yaşanmış bir hayatım yok. Yaşanmamış bir hayat söyle neye yarar? Henüz vakit varken, yaşlanmamışken; yaşanmamış ne varsa intikamını almalıyız.



22 Temmuz 2011 Cuma

Kendime Açık Mektup

Hayatım bir film olsaydı kimse izlemezdi. Belki de sırf bu yüzden anlattığım senin hikayen. Aslına bakarsanız ben de sıkıldım hikayelerden, birbirinin aynı tümcelerden ve kendi cümlelerimden. Ama yanıma oturup dinlersen gönlümdeki sıkıntı kimbilir dağılıverir. Bu zamanda dinleyen bulmak zor. Herkes bir şeyler anlatma derdinde birilerini ikna etme peşinde, onlardan bize ne.
Dinmesini beklediğim bir fırtınanın ortasındayım. Ne olurdu sanki rüzgar dağıtıverse başımdaki bulutları, dumanı. Ve düşünürken içtiğimiz sigaranın parasını karşılamaya yetmeyecek kadar önemsiz şeylerdi düşüncelerimiz.
Çok iyi biliyorum ki kimse benim yerime geçemez, benim adıma karar veremez, benim yerime cümleler kuramaz, benim yerime ölemeyeceği gibi benim için yaşayamaz bu yüzden yaşamaya mecburum. Farkındayım çevremdeki sahte yüzlerin. Eskiden çok sayıda arkadaşım vardı. Yalnızlığa dayanamazdım. Şimdi onca arkadaşın arasından düzenli görüştüğüm bir kişi kalmış. İnanılır gibi değil. Onca insan nerede şimdi, ne yapıyor? Bilmiyorum.
Beni suçluyorlar, neymiş kendi dünyamı yaratmışım orada yaşıyormuşum. Evet. Ben dünyaya sığamadım, şimdi dünyayı içime sığdırmaya çalışıyorum. Yaşıyorsam kendi içimde bundan kime ne?
En azından bu yazıları yazarken ne kadar mutlu olduğumu görmüyorlar, bilmiyorlar.
Kimse inanmıyor daha dünyaya gelirken farklı yaratıldığımıza. Ve kendilerine benzetmeye çalışıyorlar, onlara benzemezsen seni hasta ilan ediyorlar. Çok iyi biliyorum ki hasta bir kadını hiç kimse sevmez.
Herkes gitmek istiyor. Ben yeraltında kalmak istiyorum.
Bilir misin en zor olanı bir insanı tanımak. Çünkü ne zaman tanıdım desem yanıldım. Olsun, zararı yok.
Romanda geçen anlatım bozukluğu benim. Ama ben anladım bozukluğu.
Artık şakalara, sözcük oyunlarına dedikodulara yer yok hayatımda, açık net ve kesin olmak adına.
Onun için yazıyorum bilhassa burada.

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Kafamın İçindekiler



Başkalarının düşüncelerine bu kadar önem verirken ve beynimin içi bu düşüncelerle doluyken gerektiği zaman kendime ait düşünceleri bu düşüncelerin arasından nasıl kurtaracaktım?

Kafamdaki düşüncelerin ne kadarı bana ait?

Kafamın içi sorularla dolu; ben bir makine değilim ve her soruya cevap veremem.

Bir başkası olsaydım; bir başkası olmaya çalışırken kendimi kaybettim ne kendim kalabildim ne de başkası olabildim.

Herkes gibi bekliyordum neyi beklediğimi bilmiyordum ama beklemem gerektiğini biliyordum. İçimde bir his var. Belki bir mucize olur her şey ama her şey değişir.


-Beklediğime değer mi?

-Gelene bağlı.

-Beklenen gelir mi?

-Bu saatten sonra gelmese de olur.