30 Aralık 2010 Perşembe

Vazgeçiş

Söyleyin o yare karaları bağlasın
Ben vazgeçtim
Kendisini seven bir başkasını bulsun

24 Aralık 2010 Cuma

Sonbaharı Süpüremezsin


Bu kadar yalnız olmayı hak edecek ne yaptığını merak ediyor insan.Uzun zamandır bunu soruyorum kendime.


Herkesten bağımsız kişiye özeldir yalnızlık dediğimiz şey. Bu nokta da mutlu olmadığım söylenemez. İnsan bir müddet sonra yalnızlığına sığınıyor bir arkadaş gibi... Zamanla dost oluyor daha bir seviyorsunuz sanki bu duyguyu.

İnsan nerede yanlış yaptığını bulmak istiyor.İlk yanlışı nerede ne zaman yaptı da bu kadar yanlızlaştı ?


İnsan meraklı bir varlıktır. Sürekli kendi hayatını sorgular. Sürekli sorular sorar. Ve sırf soruyu yanlış sorduğu için doğru cevaba ulaşamaz kimi zaman.

Daha kendinin tanımadan, bilmeden, çözmeden karşındakinin tanımaya meyleder. Tanıdığını sanır, doğru insanı bulduğuna inanır hatta. Hayatında ki kayıp yapboz parçasının onda olduğuna inanır. Kayıp bir sembolü bulmak kadar gizemli büyüleyici bir duygudur bu.


İnsanoğlu gariptir böyle duygular karşısında çaresizdir. Hayatının aşkını bulmuşçasına zafer sarhoşluğu yaşar.Kısa süren bir zafer. Gerçeklerle yüzyüze gelene kadar. Belki hepimiz fena halde yalnızız...Bu gerçeği görene kadar...
Yaşama başladığın anda sınırlarını kendin belirlersin ve sınırları aştığın zaman kendini gizlemeyi başarabildiğin kadardır yalnızlığının da çizgileri mesela.
Sonbahar gibidir yalnızlık yaprakları ne kadar süpürürsen süpür en hafif rüzgar estiğinde yapraklar yeniden dökülür. Onun için Özdemir Asaf der ki:
"Sen her şeyi süpürebilirsin; sonbaharı süpüremezsin
yalnızsa sonbaharı süpürür hep..
Düşünemezsin."

13 Aralık 2010 Pazartesi

Bir Kitap Okudum Ve Hayatım Değişmedi

Hayatım okuduğum kitaplara benzemiyor. Hayat kitaplara benzemiyor. Mutlu sonla biten romanlara benzesin istiyorum eski Türk filmleri tadında...

Kitaplar öğütler verir size. Hayat ise arsız bir çocuk gibi ele avuca sığmaz, öğütler belki hayat karşında işe yaramaz. Hayat planlanamaz planlansa bile yapılan planlar kimi zaman tutmaz. Hayat herşeyden bağımsız hareket eder. Bazen yaradana sığınmaktan başka çaresi kalmaz insanın.

Zannettim ki hayat kitaplar gibidir. Sandım ki hayat ezberimde ki cümleler gibi. Ve anladım ki hayat kimi zaman ezberleri bozduruyor.

Oysa benim de cümlelerim vardı. Bilmem hangi şiirin hangi romanın hangi hikayenin cümlesiydim. Hiçbir romanın içine uymadı cümlelerim.

Toplasan bir paragraf yapmazmış hayatım anladım.

28 Ekim 2010 Perşembe

öylesine yazılmış bir yazı



uzun bir kış gecesinin ardından geç gelen bir sabah misali güneşe hasret bir ölü bedeni gibi henüz uyanmamışken kış uykusundan henüz habersizken gelecek olan mutluluktan fena halde yalnızken üstelik karamsarlık tenimizi acıtırken kanatırken ve incitirken senden benden bizden sizden kimseden kimselerden bir teselli gelmeyeceğini bilirken ama henüz umutlarımı da yitirmemişken güneşin bulutlara rağmen karanlığa Ay'a rağmen doğacağını bilirken yitirmemişsem hüznümü saklamayı bilmişsem içimdeki seni kimseler bilmezken biraz yazarlardan kitaplardan ondan bundan havadan sudan konuşurken susarken gülerken ağlarken her an gitmeye hazır bir yolcu gibi her an gidecekmiş gibi ama asla gidemeyeceğini bilmek gibi sevmek gibi özlemek gibi ölmek gibi ben bu yazıyı öylesine yazdım nokta virgül koymadım ki kelimelerin arasına hiç bir şey girmesin diye sadece son nokta o da bu yazı artık bitsin diye.

26 Ekim 2010 Salı

Popülizmin Ruhlara Etkisi


Eskiden Osmanlı ruhu, İslam ruhu diye bir şey vardı.Sonra bilmem ne oldu(aslında ne olduğunu biliyorum onu da başka zaman yazarım).
Bizler hızla akan bir zamanı yakalamaya çalışırken, güzellikler arkada mı kaldı?
Ya bir amaca körü körüne bağlandık ezbere yol aldık ya da iyiden iyiye amaçsız bırakıldık, yaprak misali savrulduk, sürekli şikayet eden bireyler haline geldik.Trafikten şikayet et, insanların vefasızlığından şikayet et; şikayetlerimiz eğitim sisteminden, yargı sistemine kadar çok geniş bir alana yayıldı.
Haksız değildik elbet ama arada aynaya bakmayı unuttuk galiba.
Unuttuğumuz kavramların her biri İslam dininde vardı oysa.Komşusu açken tok oturan gene bizler olduk farkında dahi olmadan.
Neydi bizi hızla Osmanlı ruhundan uzaklaştıran şey.Daha modern olmak çağdaş olmak mıydı? Batı dediğin tek dişi kalmış canavar idi hani? Kavram karmaşası yakamızı hiç bırakmadı.
Elif Şafak yazmasaydı "aşk" kitabını Mevlana bu kadar ünlenir miydi acep?
Gözünü sevdiğim popülizm sen nelere kadirsin.Mevlana'yı bile yeniden keşfettirirsin.
Ne yazık ki bazı değerlerimizi kaybediyoruz; üzücü olan ise bu değerlerin yerine koyacak hiç bir şeyimiz yok!
Yargıda rüşvet ve biraz daha para kazanmak için sağlam dişleri çeken doktorlar, platin yerine tornacıdan çıkma metalleri takan cerrahlarımız, ve hızla ideallerini kaybeden insanlar topluluğu.
Ne dersiniz tüketim çağında normal midir tüm bunlar.Eğer normal ise anormal olan benim buna henüz alışamamış olmamdır bağışlayın.

22 Ekim 2010 Cuma

Hayattan notlar:

Sevdiğim adam yani kocam karşımda öyle umutsuz oturuyordu ki kendimde ona dokunma cesaretini bile bulamadım.
İşten yorgun dönmüştü eve ama onu böyle çaresiz bırakan yorgunluk değil abisinin hastalığına üzülmesi idi.
Abisi onun için çok değerli çünkü çok erken yaşta babasını kaybedenler kardeşliğin ne demek olduğunu daha iyi bilirler, birbirlerine destek oldukları bir hayat onların ki.
Ve şimdi küçük kardeş büyük kardeş için bir şeyler yapmalı.
Hem maddi hem manevi insanı etkileyen, için için bitiren bir süreç.
Belli ağlamış gözleri kıpkırmızı hiç konuşmuyor karşımda öyle bitkin bitmiş bir vaziyette ki en az onun kadar çaresizim ben de.
Malda mülkte gözüm yok yeter ki çok sevdiği abisi iyi olsun, eski günlerimize dönelim, paramızın olmasa bile yüzümüzün güldüğü o şen şakrak bayram sabahları gibi mesela hepimizin bir arada olduğu o sağlıklı günlere...
Hayatın size neler getireceğini bilemezsiniz bu illet hastalık içimizden en neşeli hayata en çok bağlı bu adamı yani eşimin abisini seçiyor.
Ve ben belki hayatımda ilk defa eşim mutlu olmaz ise mutlu olamayacağımı, o ağlarken gülemeyeceğimi anladım ve çaresizliğin belki ne demek olduğunu öğrendim.
Şimdi dilimde bir dua: "Ey Allah'ım sen her şeyin en doğrusunu bilirsin abimizi bize bağışla"

19 Ekim 2010 Salı

İtaat


İsyan eden kadınları sevmezsin sen aslında.
Biraz uyumlu, naif olmalı kadın dediğin.
Belki bir anne şefkatini yakalayabilmek idi tüm istediğin, huzurlu sorunsuz bir kucak kim bilir sımsıcak bir yuva belki de...
Böyle küçük isteklerimiz vardı ikimizin de...
En büyük savaşımız iyi insan olarak kalabilmekti güçlülerin kazandığı bir dünyada.
Basit insanlar olduk sevgilim sen ve ben.
Ve ben sen de basit görünen o asilliği sevdim kimselerde bulamadığım, az ve öz konuşmanı sevdim, mutsuz olduğum zamanlarda beni güldürmeni belki de...
İsyan eden kadınları sevmezsin sen aslında .
Hayata tüm kötülüklerine rağmen gülümseyebilen biraz güçlü duran kadınları seversin.
Belki niye sevdiğimizi açıklayamayız kendimize ama hayat seçimlerden ibaret , neden birbirimizi seçtiğimizi anlayabiliriz bir araya gelince.
İkimizden birisi uzaklara gidince birbirini deli gibi özleyen biz, bir araya gelince muhteşem geçecek dakikaları piç eden gene biz idik.
Birbirine tamamen zıt karakterlerimize rağmen biz birlikte yaşamayı seçtik.
Aşk dediğimiz duygunun yerini ekmek kavgamız aldığı günden beri elele tutuşmayı birbirimizden güç almayı sevdik; sen ve ben ikimiz...

7 Ekim 2010 Perşembe

Yaşlanı-Yorum

Geçen gece"Benim uykum geldi, senin gelmedi mi?" şeklinde ki soruma henüz yedi yaşında ki kızım "Anne gençlerin uykusu gelmez, benim gelmedi.Ama sen yaşlanıyorsun onun içi uykun geliyor."dedi.
Eğer ki evlat sahibi iseniz yılların geçtiğini ve artık eskisi kadar genç olmadığınızın farkına varıyorsunuz.Ya da bunu size hatırlatıyor bir şeklilde çocuğunuz.Boyu uzuyor, düşünceleri şekilleniyor,artık sizi beğenmez eleştirir oluoyr, boyu boyunuza yaklaşıyor, çamaşırları sizin çamaşırlarınızla karışmaya başlıyor.
Çocuğunuz olmadan önce bir yıl geçmiş olsa anlamı pek yoktu.Ama çocuğunuz olduğunda bir yıl ne kadar önemlidir.Mesela anaokuluna başlar.Bu sizin için ne büyük bir mutluluktur.Yıllar ne çabuk geçmiştir.Oysa henüz karnınızın içindeyken dokuz ay bir türlü geçmek bilmemişti ya...
Sene bir yıl daha attığında ilkokula başlayaaktır ve derken kızımın ikinci sınıfa başlaması gibi,üç, dört, beş bu böyle gider.
Siz işte o zaman anlarsınız ki asla zamana karşı konulmuyor çaresiz boyun eğiyorsunuz.O ana kadar sorduğunuz bir çok soruya artık cevap aramaz oluyorsunuz.
Zaten çocuğunuzla ilgilenirken buna fırsat kalmıyor gibi.Okul sorunları, desleri arkadaş ilişkileri derken kendi derdini unutuyor insan kimi zaman.
Evlat yetiştirmeni bu kadar zor olduğunu bilmiyordum.Bir insan yetiştiriyorsunuz, karakteri, düşünceleri, hayata bakışı, duruşu hep sizden etkilenecek ne tuhaf.Kurduğunuz her cümle onun bilinçaltında kalacak.Beyin hiç bir zaman hiç bir şeyi unutmuyor.Bu yüzdendir kızımla konuşurken hep dikkat ederim.Onun kendine olan özgüvenini sarsmamaya yıpratmamaya dikkat ederim.
Bilmiyorum sadece gözlerimin önünde büyüyor, o büyüyor ben bakıyorum, o konuşuyor ben susuyorum, o güldükçe ben mutlu oluyorum.

25 Eylül 2010 Cumartesi

Zamanı Duyumsamak


Geçenlerde Albert Camus'un Veba kitabını okuyordum zamana dair şu cümleleri dikkatimi çekti paylaşmak istedim:

SORU: Zamanını yitirmemek için ne yapmalı?

YANIT:Onu alabildiğince duyumsamak.

YÖNTEM: Bir dişçinin bekleme odasında rahatsız bir koltukta gün geçirmek, pazar öğleden sonrasını balkonda yaşamak, anlamadığımız bir dilde konferans dinlemek, ayakta yolculuk etmek için en uygun olmayan ve uzun demiryolu güzergahını seçmek, tiyatro gişesi önünde sıraya girmek ve bilet almamak vb...

Dil ve düşünce boyutundaki saptamalara örnek.

21 Eylül 2010 Salı

Yolu Yarılayan Kadınlar


Yolu yarılayan kadınlar duygularını yaşamasını bilir.Davranışları sebepsiz değildir.
Kalbi kırıldıysa ağlar, mutluysa kahkahalar atar gülüşünün sebebi dikkat çekmek değildir.
Seviyorsa kıskanır, kıskanç oluşunun sebebi kendine güzvensizlik değildir.
Üzgünse omuz arar, destek istemesi çaresizliğinden değildir.
Suskunsa sebebi vardır, yolu yarılayan kadınların hissiyatı kuvvetlidir.
Ve gizem kadına en çok bu yaşta yakışır.
(Alıntıdır.)

5 Eylül 2010 Pazar

Aşkla İlgili Bir Kaç Cümle

Bu gün pazar, bu gün fena halde aşktan bahsetmek istiyor canım.
Aşk onsekiz yaşımda bulup yitirmek istemediğim eskilerden bana yadigar ilk gençlik duygusu.
Aşkı ne kadar sıkı sıkı tutarsan o kadar kaçar böyle adi bir dengesi var, hayat gibi.
Hayatlarımız ve aşklarımız ne kadar paralellik gösteriyor.
Hayat; öyle değil mi bazen avuçlarımızın içinden kayıp giden zamana direnemeyen açıklaması zor ayrıntılarla dolu hayat...
Ve bazen bırak avuçlarımızdan akıp gitmesini yakalayamadığımız aşk!
Bir yakalasak gitmesine izin verir miyiz acaba.
Ama ben günümüz dünyasına inat aşka ömür biçilmesine karşıyım.
Gerçek aşkın bir ömür süreceğine inanıyorum.
Biraz anneannelerimizin takındığı tavrı takınıyorum inatla sabırla beklermiş eskiler sevdiği erkeği.
Sanırım tüketim toplumu olmamızın etkisi aşkta kendini gösteriyor.
Sakız gibi tükettiğimiz aşklarımız, sakız gibi sündürdüğümüz ilişkilerimiz...
Bir anlamı olmalı aşkların ve hayatların.

3 Eylül 2010 Cuma

Asla Hayallerinin Çalınmasına Asla İzin Verme!

Geçenlerde eşimle birbirimize umutsuzca baktık.
Hiç konuşmadık.
Bazen suasarken konuşmaktan daha çok şey anlatır ya insan.
İşte öyle ve bazen susmak konuşmaktan daha tehlikelidir.
Bunu kimseler bilmez.
Ne çok hayallerimiz vardı tanıştığımızda.
Ne çok umutlarımız, ne çok hayallerimiz, sevinçlerimiz,mutluluklarımız vardı.
Belki ilk gençlik günlerinin toz pempesiydi gözümüze çalınan.
Düşüncenin suç sayıldığı bir ülkede hayallerini ne kadar yaşatabilirsin?
Nereye kadar umutlarını sürdürebilirsin?
Hayallerimizin bir bir elimizden alındığına şahit olduk eşimle 12 yıllık beraberliğimiz süresince.
Tek sermayemiz olan diplomalarımızı nasıl da satabildik şirketlere.
Zengin ailelerden gelmiyorduk ikimiz de.
Biliyorduk parasızlığın nasıl bir şey olduğunu.
Onun için cebimizdeki parayı bölüşmeyi biliyorduk.
Bir pasta vardı ortada kendi payımıza düşeni istiyorduk.
Beraberliğimiz süresince bir çok kriz gördük, enflasyon rakamlarının tavan yaptığı, parası olanların haksız kazançlar elde ettiği,bir gecede zengin olan insanları gördük şaşkınlıkla.
Umutarımız tam olarak tükenmedi.
Tükenmemeli...
Hazır anayasa değişiyorken umutlarım yeniden alevleniyor.
İçimde bir umut her şey daha güzel olacak diyor.
Hayallerime sarılıyorum bu sefer elimden almalarına asla izin vermeyeceğim!

27 Ağustos 2010 Cuma

İçimdeki Suçlu Çocuk

İçimde bir suçluluk duygusu var beni yalnız bırakmayan, küçüklükten kalma.
Küçücük bir kız çocuğu olduğum zamanlar; ödevimi zamanında bitirmedim mi?
Odamı toplamadım mı?
Ev işlerinde anneme yardım etmedim mi?
Arkadaşlarımın kalbini mi kırdım? yoksa mızıkçılık mı yapmışım?
Öğretmenime ne derim?
Anneme nasıl hesap veririm?
İçimde bir suçluluk duygusu peşimi bırakmayan her an peşimde!
İyi bir anne olabildim mi kızıma?
İyi bir eş miyim acaba?
İyi bir evlat olabildim mi anneme ve babama?
Vatandaşlık görevlerimi yerine layıkıyla getiriyor muyum devlet babaya?
İçimdeki suçlu çocuk hiç susmuyor hep soruyor.

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Değişen Hüzün


Eşim "değiştin sen" diyor ısrarla.
Haksız değil elbet haklılık payı var.
Peki hangimiz değişmedi ki bu kadar dinamik bir yapıda popüler kültür altında değişimden uzak durmak mümkün mü?
Eşimle tanıştığımda ben onsekiz yaşımda anadolunun küçük bir kasabasından İstanbul gibi büyük bir şehre gelmiş biraz şaşkın biraz içi kıpır kıpır, henüz dallarımdan yapraklarımın dökülmediği umutlarımın sonsuz olduğu zamanlardı.İnanılmaz bir enerjim vardı şimdiye göre çok hareketliydim yorulmak nedir bilmezdim.
Eşim o yıllarda üniversite son sınıfta okuyordu.Benden tam üç yaş büyüktü.Ona hayrandım.Benim için o ne derse doğruydu.Ona asla baş kaldırmazdım küçük bir kızın babasının sözünden çıkmadığı gibi ...
Bizim ilişkimiz herkesten çok farklıydı.Üçüncü şahıslar asla aramıza girmezdi biraz dışarıya kapalı bir ilişki idi.İyi ki öyleydi şimdi düşünüyorum; dışdünya yapıcı değil bozucu, yıkıcı...
Belki bu yüzden sonu evlilik ile bitti. Bilemiyorum bazen kısmet diyorum.
Eşim ısrarla "Sen değiştin." dediğinde güldüm ona kızmadım.Çünkü artık otuz yaşındayım, anneyim, umutlarımın yarısını tükettim daha karamsarım belki eski isteklerimden daha farklı olarak isteklerimiz,ihtiyaçlarrımız değişti.
Hangimiz hangimiz değişmedi ki...

9 Temmuz 2010 Cuma

Kadın Olmak


Bazen anneme kızıyorum, teyzeme kızıyorum, halama kızıyorum örnek aldığım kim varsa artık. Aslında kızgınık değil bunun adını da koymuş değilim üstelik.
Bize başımız önümüze eğik yürümeyi öğrettiler başımız dik değil ki arkamızdan konuşmasınlar laf gelmesin diye.Erkeklerle konuşmak yasaktı çoğu zaman elalem ne derdi laf söz gelirdi. Ben gene rahat büyüdüm mesela okuldan arkadaşlarımız oldu annem babam ses etmezdi ama genede çok dikkatliydik üstümüzde hep bir toplum baskısı vardı. Annem belki arkadaşlarıma izin verirdi ama komşu teyzelerin gözü hep üstümüzdeydi ilk gençlik yıllarında.
Sanırım biraz kendimize güven eksikliği yarattı bu durum. Bu topraklarda kadın olmak hiç kolay değil hakikatten. Çok gülersin olmaz, çok konuşsan hiç olmaz. Kıçını kırıp evde oturmayı bileceksin öyle ortalıkta elinde sigara dolaşmayacaksın ulu orta yerde mini etek giymeyeceksin.
bize hiç kadın olmayı kendine güvenmeyi öğretmediler yüz yıllık toplum kuralları aklımızın bir köşesindeydi.
Türk erkekleri kadar ben de Rus kadınlarına hayranlık besledim özgürce giyinebiliyorlar, salınarak yürümeyi beceriyorlar.
Bir mini etek giyip yolda yürümek biz de neden başka anlamlara geliyor?
Ben mini eteği evin dışında da giymeyi gerçekten isterdim, burada eşimin "Millet ayı gibi sana bakacak, başıma bela mı olacaksın." sözleri üzerine giymekten vazgeçtik, bluejean giydik.
Bu yüzden uzun süre aynaya bakınca beğenmedim kendimi. Belki özgürlüklerin bu denli kısıtlanıyor olması bizi mutsuz ediyor. Erkek içgüdüsel seksi kadın beğeniyor ama evlenmiyor ya da evlendiğin de bu tarz giyinmenden doğal olarak hoşlanmıyor. Bu bir ikilem.
Ne zaman ki artık kendimi sevmeye karar verdim ki bu da olgunlukla alakalı bir durum kendimle barışmaya karar verdim.
Oysa namus kavramı kılık kıyafetle ilgili değildir. Bir kadın özgürce giyindiğin de gerçekten mutlu olur.
Yeni nesil tabuları yıksa bile beynimiz tabuları yıkmakta zorlanıyor içimizi kemiren saçama duygular peşimizi bırakmıyor.