31 Mayıs 2011 Salı

Hiçkimse Değilim Ben

Hiç kimse değilim ben, kendimin yalancısından başka.
Bildiğin gibi değilim, sandığın gibi değil benzettiklerinden hiç değilim ben. Kendini sever gibi sev beni. Değiştirmeden, değiştirmeye çalışmadan, olduğu gibi, yalın, basit, sade, nasılsa öyle sev işte. Kendine bak ve beni hatırla demiş Mevlana.
Oysa oturup bir kaç saat birbirimizi dinleseydik keşke; insan ömründe bir kaç saat dediğin nedir ki? Beni şimdi anlamalısın öldükten sonra çok geç olabilir.
İtiraf etmem gerekirse bir kitap olsaydım asla okumazdım kendimi. Hayatımı yazsam roman da olmaz ama kısa güzel hikayeler çıkabilir eğer insan yazmak isterse. Ve hiçbir şair hiçbir yazar benim sevdamı yazmayacak.
Mutlulukla ilgisi olmayan şeylerle ne kadar fazla kafa yoruyor insan.
Yetimhanede büyüyen bir çocuk gibisin, diyor. Karşıma geçip küfür bile etseler aldırmam bu saatten sonra. Hem insan yetimhanede büyümüş bile olabilir bu kötü bir şey değil ki. Neden yetimhanede büyüyen bir çocuğa benzetiliyorum? Çoğunluk gibi olmadığım için mi? Herkesten çok yalnız olduğum için mi? Bilmiyorum. Bilsem de önemli değil.
Bu kadar kendime yabancı olmasam; biraz kendime yaklaşsam aynı zamanda sana da yaklaşmış olurdum o zaman herşey daha güzel olurdu. Anlaşılamayı bekleyen anlam yüklü bir cümle gibiyim. Şimdi bu akla hayale sığmaz dünyanın yükünü nasıl taşırım?
Düşüncelerimin içinde kayboldum. Kendimi bulmalıyım.
Hiçkimse değilim ben kendisinin yabancısından başka.

30 Mayıs 2011 Pazartesi

Günlüğümden Notlar

Hüzünlü bir sabaha uyanıyorum. Beklediğim yaz bir türlü gelmiyor. Havadan karanlık yağarken nasıl çıksın yüreğim aydınlığa; umutsuzluk dolaşırken kanımda nasıl mutlu olsun bu beden.
Yarım doz mutsuzluk...Morfin bağımlısı gibi dolaşıyorum ortalıkta.

Orta, başlangıç ya da son. Hayatın evreleri var. Hep uçlardayım, hem başındayım hem sonunda Oysa bir ortası olmalı düşüncelerinin, sevinçlerinin, üzüntülerinin, hüzünlerinin.

Savaştan yeni çıkmış bu yüzden harabeye dönmüş onarılmayı bekleyen bir şehir var içimde. Mostar köprüsü gibiyim medeniyet dedikleri Avrupa'nın tam ortasında bombalanmış her şeye rağmen ayakta... Ayaklarımın hemen altında bir nehir akıyor; bir kadın ağlıyor söyleyin söyleyin bana tövbe etsek kurtulur mu insanlık günahlarından. Ölmeye gerek var mı? Kendi yarattığımız cehennemde yanıyoruz. Tüm toplum uyuşturdu beynimi, hazır uyuşmuşken kalbimi alıversinler de rahata kavuşsun artık ruhum.

Sıkılıyorum. Bir kitap alıyorum kitaplıktan. Balzac "Otuzunda Kadın" ortasından açıyorum okumaya başlıyorum hala berbat, kötü bir kitap çok dayanamıyorum bırakıyorum.
Yaşam işte orada bulutların arkasından doğan güneşte. Güneşin doğması için bir şey yapmana gerek yok. Yaşamak bu kadar basittir.

Peki ya sonra?
Yaşıyorum bu da yeter bana.

26 Mayıs 2011 Perşembe

Dayak Yesem Geçeçek Şeyler

Bazen insan kendi yarattığı hapishanenin tutsağı olur. Ağlamak istersin ağlayamazsın, gitmek istersin gidemezsin. Gerçi yüzbinkere de gitsem geleceğim yer belli. Ama gitmek fikri çok cezbedici.
Aynaya bakıyorum. İfadesiz bir yüz şekli ama gizli bir hassiyet gizli henüz kimseler bunu göremedi. Belki ben kendi kendimi teselli ediyorum yüce bir ruh taşıdığımı düşünüyorum. Aslında bunu bilinçaltım söylüyor. Mesela bazen ben üzülmüyorum ama bilinçaltım üzülüyor, gülüyor, ağlıyor, seviniyor, umutlanıyor, seviyor ve bazen sevmeyi bırakıyor ve kahretsin ki bilinçaltım için elimden bir şey gelmiyor. Annemlerin zamanında psikoloji diye bir şey yokmuş. O yüzden anneme göre benim canım dayak istiyormuş. Bir dayak yersem hepsi geçermiş.

Onlarca çiçek alıyorum bir arkadaşıma bir tanesini hediye etmek istiyorum ama arkadaşım evi kirletiyor diye çiçeklerden hoşlanmıyor çiçeği zorla veriyorum çaresiz çiçeği alıyor. Adını soruyor. Aşk merdiveni, diyorum. Neyse ki çiçeğin isminden hoşlanıyor.

Sadece dünya değil beyinlerimiz de kirleniyor. Bu yüzden benim neslim biraz agresif, sinirli. İnsanlık 1. dünya savaşını verdi, 2. dünya savaşını verdi, bitirdi. Şimdi benim neslim 3. dünya savaşını kendi kendisiyle veriyor. Bu göründüğü kadar kolay değil. Ama yine de kendini bırakırsan hayat kolay olmasa da çekilir hatta dalga dahi geçilir.

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Yaşıyorum



Hayattan sana kalan kırıntılar var aslında. (Evet bu tarz girişler sıkıyor artık. Neylersiniz ki yaşam bir mücadele; benim gibi zavallıların payına düşen kırıntılar arasından yazmaya değer bir şeyler bulmak.)


Bugün kısa yazacağım. Aslında canım hiç yazmak istemiyor ama kendime söz vermiştim düzenli olarak her gün yazacağıma dair. Ne yazık ki her gün yazmaya değer şeyler yaşamıyor insan; doğal olarak yazdıklarımın da değersiz oluşunu da eklersek insanın canı bazen yazmak istemeyebiliyor.


Yazmadığım zamanlar yaşıyorum. Fırsat buldukça yeni yerler keşfetmeye çalışıyorum. Bu arada Şirince'ye gittim. İlk defa gittiğim için mi bilemiyorum bu küçük köy beni çok heyecanlandırdı. Buradan Sevan Nişanyan'a teşekkür etmek isterim çünkü sayesinde Şirince'den haberim oldu. Hatta yukarıya kendi çektiğim bir Şirince fotoğrafı koydum.


Bugünlerde konuşmaktan çok susmak istiyorum; uykularım da düzene girdi. Sanırım kendimi hayatın doğal akışına bıraktım. Bu da biz ölümlüler için fena sayılmaz. Sorarsanız nasıl olduğumu (belki sormak istemiyorsunuz merak da etmiyorsunuz muhtemelen ama ben gene de söyleyeyim) bir yanım bahar çiçek; bir yanım yaprak döküyor.


Belki yarın bir şeyler yazarsam paylaşırım şimdilik bu kadar.

23 Mayıs 2011 Pazartesi

Bekleyemem







Hayat bir tren yolculuğu gibidir. Duraklar var, bazen indiğin bazen bindiğin. Belki bu yüzden geç kalmışlık hissi, sanki asıl binmen gereken treni kaçırmışsın yanlış trende yolculuk yapıyormuş gibi...Beynimin bana oynadığı bir oyun olabilir mi tüm bunlar? Ne de olsa ne yaşıyorsan zihninde yaşıyorsun. Bekliyorsun doğru zamanı. Belki yanlış duraktasın boşuna bekledin bunca zaman.



Hayatımın bir önsözü yok. Yarım yamalak yaşadım ne yaşadıysam sırf bu yüzden tüm cümlelerim de yarım kaldı. Şimdi cümlelerimi tamamlamaya çalışıyorum ve bu yüzden geç kaldım yaşamaya. Şimdi yaşanması gereken bir hayat var, benden hızlı benden önde. Koşsam mı kalsam mı dönsem mi? Niye olduğum yerde kalmıyorum sanki ben. Yabancısıyım kendimin kalamam olduğum yerde. Koca kış baharı bekledim, havada hüznümün değişen rengi var. Ruhumu aldı tatlı bir telaş. Ne de olsa yetişmeye çalıştığım bir hayat, önümüzde yaz mevsimi var.



Bekleyemem.



Zaten gelsen de neye yarar ben de işlemeye korktuğun günahları bulacaksın. Sor bakalım cellada öldürmek istediği bir var mı? İsterse beni alabilir, memnuniyetle.

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Canına Yandığımın Dünyası

İçimde kötü bir his var. Aslına bakarsanız bu his kolay kolay peşimi bırakmaz. Ben bunu küçükken Kemalettin Tuğcu'nun tüm kitaplarını hem de bir kaç kez okumuş olmama bağlıyorum. Çoğu zaman mutlu değildim ama mutluymuş gibi yapmasını çok iyi bilirdim. Belki bugün çok mutluymuşum da huzurluymuşum da keyfim yerindeymiş de param da çokmuş da hiç derdim de yokmuş gibi davranırdım.
Güneş doğmak üzere tam da seher vaktinde balkona çıkıyorum. Bir sigara yakıyorum. Balkonun sokağa bakması ne güzel. Güzel şeyler de var hayatta bakmasını bilene. Kimsesiz bir köpek geçiyor tam şu anda ve tam da karşımda iki apartman inşaatı var. Birazdan inşaat işçileri gelecek. İçlerinden bazılarının sesi çok güzel anlamadığım bir türkü söylüyorlar onları dinlemeyi seviyorum. Bu türkünün Kürtçe olduğunu tahmin ediyorum. İnsan böyle güzel bir şeyi nasıl senelerce yasaklar diye düşünüyorum, anlamıyorum anlamadığım daha pek çok şey var. Belki anlayabilsem bu kadar düşünmem bu kadar düşünmese insan daha çok mutlu olur kesinlikle.
Bu türküler bana Mersin'i hatırlatıyor. Şimdi Mersin'den ne kadar uzaktayım. S. ile birlikte tatil için Mersin'e S.'nin bir dostunun evine gitmiştik. Ev sahil kenarındaydı. Bu evin çok yakınında bir kafe vardı. Kafe seçimlerini S. hep bana bırakırdı. Bahçesi çok hoş ama lüks olmayan burayı çok sevmiştim. Yaşlı bir adam burayı işletiyordu. Yaşlı adamın esmer çok sevimli sanırım iki ya da üç oğlu vardı. Kendi aralarında Kürtçe bizim yanımızda ve bizimle Türkçe konuşuyorlardı. Bu kafede sık sık Kürtçe türküler çalıyordu. ilk defa Kürtçe müzik dinliyordum anlamasam bile kulağıma çok hoş geliyordu. İlk gün yaşlı adamın oğlu ne istediğimizi sordu biz de çay, dedik. Sonra genç adam bana döndü ve abla kaçak mı normal mi içersin diye, sordu. Bu soruyu S.'ye değil de bana sorması ilgimi çekti. Ama S. oldukça esmerdi onun kaçak çay içtiğini düşünmüştür herhalde bilemiyorum ama bu soru hoşuma gitti. Normal olsun, dedim. Tatil süresince o kafeye hem de her gün uğruyor bir çay içiyorduk. Yaşlı adamı ve oğullarını sevmiştim. Her güzel şey gibi bu tatilde çok çabuk bitmişti. Tatil bitip eve döndüğümüzden sanırım bir kaç hafta sonra televizyonda İbrahim Tatlıses Kürtçe bir türkü söylüyordu S. ve ben birbirimize bakıp gülüştük çünkü bu türküyü kafede her gün dinlediğimizden mütevellit farkında olmadan ezberlemiştik. Bağıra bağıra söylemiştik.
Balkondan mutfağa giriyorum Adıyaman'dan arkadaşımın gönderdiği kaçak çayla marketten aldığım çayı karıştırıp bir çay demliyorum. Aç karnına sigara ve çay midemi bulandırıyor. Annem yanımda olsa asla böyle bir şeye müsaade etmezdi. Annem her zaman insanın bedenine iyi bakmasını söyler.
Evimin karşısındaki inşaatın yanından her gün geçmek zorundayım. Bazen şık giyindiğim zamanlar buradan geçmeye utanıyorum çünkü işçilerin üstü başı toz içinde. Kendimi kötü hissediyorum. Arada bir inşaat sahipleri son model Mercedes ya da BMW otomobilleriyle inşaatı kontrol etmeye gelirler ki bu inşaatın sahibinin arabası BMW olmalı çünkü bu arabayı sık sık inşaatın önünde görüyordum ve bir gün ben gene yolda giderken bu araba yanımda durmuştu. Neden yanımda durduğunu bilemiyorum hava atmak için mi laf atmak için mi tanışmak için mi? Böyle arabaları ve içindekileri nedense hiç hazzetmezdim. O sinirle o adamı orada dövebilirdim. Bu arabanın sahibiyle konuşacağıma inşaat işçileriyle konuşmayı yeğlerdim. İçimden pezevenke bak nasıl da parasına güveniyor, diye geçirdim.
En çok da bu adaletsizliğe üzülüyordum şimdi en çok parayı bütün gün canları çıkana kadar çalışan işçiler değil de bu pezevenk kazanacaktı. Hay canına yandığımın dünyası. Bu adaletsizlikten fena halde payıma düşeni almıştım. Bu yüzden öfkeliydim, yorgundum ben de onlar kadar yoksuldum.

Bir Garip Adam



Seni özledim, dedim. Susunca beni özleyip özlemediğini sorma gereği hissettim, neredeyse bir aydır birbirimizi görmemiştik ve bu buluşmadan sonra ne zaman kavuşacağımız hiç belli değildi. Özlemedim çünkü seninle geçireceğim bir ömrün hayali yanında bu ayrılık nedir ki, dedi. Bu sözler üzerine beni özlemediği için ona kızmadım. Aynı zamanda bu sözlerin evlilik teklifi anlamına geldiğini ilk başta anlayamadım zaten bu tarz imaları oldum olası geç anlardım. Klasik bir erkek değildi, oldukça farklı bana tuhaf gelen davranışları vardı belki o yüzden bu garip adamı seviyordum. Ondan klasik bir evlenme teklifi zaten beklemiyordum. Aslında benimle neden evlenmek istediğini bilmiyordum keşke sorsaydım ben bile kendime tahammül edemezken bir ömür benimle geçirmek neden istesin ki? Ama belki ben nasıl onu herkesten farklı bulduğum için seviyorsam o da beni farklı bulduğu için sevmiş olabilirdi gerçeği söylemek gerekirse beni sevip sevmediğini bilmiyordum. Ama bu çok önemli değildi. Evinizde her gün suladığınız bir çiçeği sevebilirsiniz ya da yol üstünde her gün gördüğünüz bir ağacı, kedinizi, köpeğinizi seviyor olabilirisinizi ama gidip çiçeğe, ağaca vs. her gün seni seviyorum demezsiniz belki sevgi böyle bir şeydir insan söylemesede sevebilir. Sevmiyor olsa bile eninde sonunda herkes evleniyordu bir gün ben de evlenecektim niye bu adam bir başkası olsundu. Evlilik kurumunu sıkıcı bulsamda bu adamla evlilik eğlenceli olabilirdi. Ona nerede yaşayacağımızı sordum. Bu önemli mi? dedi. Hayır seninle nerede olsa yaşarım, dedim.


Birine evlenme teklif etmişseniz ve nerede yaşayacağız diye soruyorsa anlayın ki o kişinin size gönlü vardır.

17 Mayıs 2011 Salı

Direnmek





Direniyorum. Aslında tam olarak neye karşı direndiğimi bilmiyorum. İnsan acizdir bunu bilmeme rağmen direniyorum. Sana bağışlanan bir dünya var; madem geldik bir kere, insan sonuna kadar direnmelidir. Belki yaşamak dostlarım direnmektir. Ayakta dimdik durabilmektir, beklemektir, gitmektir, kalmaktır...


Savaştan yeni geldim yorgunum ve yenildim. Çünkü insan kapalı bir kutudur, anlamak için bir ömür harcamak saçmadır. Anlamaktan geçtim sadece yaşayabilsem yeter bana. Yağmurlarında ıslanmalıyım, güneşinde kurumalıyım. Yeni kitaplar okumalı, cümleler kurmalıyım. Seni bekleyen şehirler var. O şehirlerden geçmeliyim. Seni tanımak isteyen insanlar var, tanışmalıyız...


Direnebildiğim kadar varım. Varolduğum kadar yaşarım. Yaşadığım sürece sevebilirim. Sevebildiğim kadar mutluyum. Mutluluğun olduğu yerde mutsuzluk da vardır. Eğer ki o mutsuzluk benimse; ben o mutsuzluğuda severim, paylaşmam hiç kimseyle.


Amacım yok. Bıraktım kendimi böyle kalayım. İyi olmaya çalışmam, kötülük de yapmam. Mükemmel değilim istesem de olamam.


Gideyim diyorum bazen, beni bulamasınlar, öldüğümü sansınlar. Oysa bir ölüye duyulan üzüntü bile 21.yy'da çabuk geçer. Öldüğünle kalırsın çünkü zamanla unutulur tüm acılar. Sadece acılar mı? Unutulur pişmanlıklar, hatalar ve hatta çok sevdiklerinle geçirdiğin güzel zamanlar bile...


Madem ölüm var; yaşarız biz de ölene kadar.

11 Mayıs 2011 Çarşamba






Şimdi haberlerde okumuş, televizyonda izlemiş, radyoda dinlemiş gibisin, aşinasın; bunun adı sevgi mi, aşk mı yoksa tutku mu? Adını bile koymaktan çekindiğin nefes alıp vermek gibi rutin bir duygu. Beyninde uydurduğun bir şey belki de kim bilebilir bunu senden başka? Beyninden çıkarıp atamadığın...Bunun aksini iddia edemiyorsam; neden bazı şeyleri olduğu gibi kabul etmekte zorlanıyorum?..belki de işte insan olmak böyle bir şeydir. Ne gelir elden. İnsan kendini üzecek bir şey mutlaka bulur. Kadın olduğum için böyle olduğumu söylüyorlar. Bunu kabul etmem imkansız. Hayatım boyunca hiç kimseyi bekar, evli, kadın, erkek, zengin, fakir diye ayırmadım. Kedinin kedi olması gibi insan sadece insandır. Başarılı, zeki, tembel, yakışıklı, çirkin, güzel şeklinde sıfatlayan bizler değil miyiz?

Her şeye anlam yüklemekten kurtulduğum zaman hafifleyecek bu yürek. Neden yaşadığım her şeyi anlamlandırmaya çalışıyorum ki ben? Tabii bu benim mutsuz olduğum anlamına gelmiyor. Hem mutlu olmak dediğin nedir ki şu satırları yazmak bile mutlu olmak için yeter de artar bile.

Bir başkasının bahçesinde çiçek olmaktansa yaprak olup rüzgarda savrulmayı tercih ederim. İnsan nasıl özgür olabilir başka türlü?



9 Mayıs 2011 Pazartesi

Kendime

Bir yalan olayım, gerçeğin karşısında kalayım.
Söylenmemiş bir söz, gidilmemiş bir şehir, tutulmamış bir kalem , yazılmamış mektup gibi eksik ve histerik.

İmkansızın peşindeyim. Kimseler anlamasa da anlatmak zorundayım. Bağışlayın.
Bir yaşantı verildi; sana kalan hayattan, çocukluk anılarından, ailenden, sevgililerinden, arkadaşlarından, vatanından, gençliğinden, geçmişinden, geleceğinden ve bir başına bırakıldın nasıl başa çıkayım bölük pörçük hayatım. Bir araya getirmeye çalışıyorsun çoğunluk uykularında. Çaresiz.

Uyusam, uyumaya değmez. Konuşsam, konuşmaya değmez. Ağlasam, ağlamaya değmez. Yaşasam, yaşamaya değmez. Bir hayat var. Zorluyor seni, sınırlarını. Bir insanın sınırları bu kadar değişken iken nasıl hükmetsin insan kendine.
Hasta mısın? diye, soruyorlar. Nasıl diyeyim onlara yüreğimden hastayım, diye. Nasıl anlatırım, nasıl inandırırım soranları. Kendime bile bu kadar yabancıyken. Neymiş Kafka'nın dediği gibi: Hayat yaşantı aramak değil, kendimizi aramaktır.

Tahmin ettiğiniz gibi değil.
Miyobum. Gözlük takmadığım bir gün mahallenin çocukları: Yüzüne ne oldu, diye sormuşlardı. Demek ki gözlüğüm bedenimin ayrılmaz bir parçası.
Kadınım. Ama hiç kadın olmadım ben hiç beceremedim bir erkeği baştan çıkarmayı. Zaten istemezsin böyle bir şeyi. Bir de hiç bir şey yapmasan bile baştan çıkanlar var. Kolay erkek, kolay kadın birbirlerini bulurlar, çoğunluk mutlu olurlar. Senin düşündüğün şeyleri düşünmezler.
Düşünmemen gereken şeyleri düşünüyor uyuyor uyanıyorsun. Berbat bir çelişkinin ortasındasın; çember giderek daralıyor. Farkındasın.


6 Mayıs 2011 Cuma

Bulmadan Aramak

Ölüdür bu vücut, ruhumun cesedidir bu ten bu beden; nefes alışlarım gülüşlerim yanıltmasın sizi bir bilmeceyi çözer gibi bir gizi arar gibi, sanki tüm insanlar gizli bir örgütten bana gerçeği açıklamıyorlar bir ben miyim bilmeyen, görmeyen göremeyen aramaktan yorulduğum vakit bulmayı öğrenebilir miyim dersiniz. Bulduğum vakit her şeyimi kaybetmekten ölesiye korkuyorum ama bu merak peşimi bırakmıyor ki normal bir insan gibi hayatıma devam edeyim. Sizden tanımlar bekliyorlar. Evet anlatabilir insan tanımlar yapabilir adını koyabilir. Adını koyduğu anda yitireceğini bilse adını koyar mı hiç? Nereden bilsinler ama bilmiş bilmiş yaşamıyorlar mı?..ne olduğunu değil ne olmadığını biliyorlar. Elbet benim de bildiklerim hem var hem yok üstelik beklemesini bilirim. Ben bunları niye yazıyorum?..savunmaya geçiyor insan. Beklerken minimalist yaşamayı öğreniyorsun. Minimalist yaşarken mutlu olmayı öğreniyorsun. Ben bir insanseverim. Çünkü insan hem az hem çok şeydir. Her şeyi bildiğini sanan orta yaşa gelmiş ukala biriyle konuşmaktansa çocuklarla ve ihtiyarlarla konuşmayı daha çok severim. Ahkam kesmeyen, ahlak dersi vermeyen insanlara ihtiyacım var. Oysa herkes kendi düşüncesinin en iyisi olduğuna inanıyor ve tüm bu düşünceler birleşince ortaya korkunç bir şey çıkıyor. Asla asla en iyi düşünce benimkidir demem. Hep bir yanılma payı veririm. Savaş, yoksulluk, öldürülen masum insanlar, açlık halen çözülememiş dünyanın berbat sorunları karşısında benim rolüm ne?..benim suçum ne? Yine de düşünüyor insan.
Tek bir gerçek için bile ömrümü veririm.

Yasak Kelime "Sarışın"



Hayatımda gördüğüm duyduğum en saçma şey. Sarışın bir kadın olduğum için "sarışın" kelimesinin yasaklanmasına fena içerledim üstüme alındım. Sarışınım lakin kimseye yoktur zararım. O zaman "kumral" ve "esmer" kelimesi de yasaklansın hatta tüm kelimeler yasaklansın böylece "yasak" kelimesi de yasaklandığı için diğer kelimeler özgürlüğüne kavuşur kimbilir.




Kelimeleri yasaklayan zihniyet korkutuyor beni. Çünkü bunun sınırı nedir asla bilemezsiniz Mantık devreden çıkıyor. İzahı olmayan açıklaması olmayan bir yasak. Rüyamda görsem inanmam. Hatta bu kadar saçma rüyalarım yoktur. Rüyalarımın bile kendi içinde bir mantığı vardır. Çözümlenebilir.




Dünyanın saçmalıklarına alışkınım hatta çok da kayıtsızım ama bu kadarı da fazla.




Ben bu yazıyı yazmasaydım olurdu ama bazı şeyler içimde kalırdı, yazdım oldu.

5 Mayıs 2011 Perşembe



Belki bu bloga yazmaya başladığım günden beri ilk defa açıklama yapma gereği duydum. Açıklama yapmayı sevmem de. Genellikle pek işe yaramaz. O yüzden bu yazıyı yazmayı canım hiç istemiyor. Ama bazen canımızın istemediği şeyleri yapmakta fayda vardır.


Karamsar iç karartıcı yazılar yazıyorum çoğu zaman evet bu doğru. Kişisel mutsuzluğumdan kaynaklı bir durum olsa gerek. Ne yazık ki ailevi huzursuzluklar nedeniyle böyle yazdığım düşünülüyor ki; işte tam da bu noktada açıklama yapma gereğini hissediyorum. Bunun kısmen yanlış olduğunu vurgulamak zorundayım. Doğal olarak aile yaşantımız, evliliğimiz, anne ve babamız ile olan ilişkilerimiz,arkadaşlarımız hatta okullarda öğretmenlerimiz, hocalarımızla olan ilişkilerimiz tüm yaşantımızı, psikolojimizi etkiler. Bu yüzden biraz hayatla kendimle dalga geçmeyi severim. Gülmeyi güldürmeyi severim. Çünkü zaten hayat gerçekten can sıkıcıdır çoğu zaman. Kimsenin enerjisini bir sünger gibi çekip bitirmek istemem. Yazmak başka bir şey. Yazarken komik olmak gibi güldürmek gibi bir amacım yok. Hüznü yazmayı seviyorum ve tercih ediyorum.


Dün "Çarklar kimin için çalıyor?" başlığında bir yazı yazdım. Pek iyi sayılmaz. Peki bu yazıyı niye yazdım? Ailevi sorunlarım olduğu için mi? Hayır. "Hayata Dönüş" operasyonunda , Bayrampaşa'da yakılan kadınların anılarından etkilendim desem. Peki biraz daha geriye gideyim. 80 darbesinde annemin kucağında bebekmişim. Yani türünün son örneklerinden biriyim ben de. Çocukluğum tek kanallı siyah beyaz televizyon dönemine denk geliyor. Her kapanışta rap rap yürüyen askerlerden ölesiye korkuyorum. Sanırım iki üç yaşlarındayım. Her kapanışta babamın arkasına saklanıyorum. Asker korkum okula başlayana kadar devam ediyor. Şimdi antimilitarist oluşuma şaşırmamak gerek. Özet geçeyim. Lisede sadece düşüncelerinden dolayı- burada duralım adam öldürmemiş, hırsızlık yapmamış, hiç kimseye hiç bir kuruma zarar vermemiş insanlardan bahsediyoruz- yaşıtlarım hapishaneye tıkılıyor. Senelerce yargılanıyorlar. Eğitim hayatları bitiyor, gençlikleri harcanıyor. Sırf düşüncelerini açıkladıkları için. Sistem tek tip ideolojiden yana olduğu için farklı düşünenleri çarkın içine dişlilerinin arasına alıyor kaçamıyorsun. Bu arada sen liseyi bitiriyorsun, üniversite bitiyor. Evleniyorsun. Ama yargı bir insan ömrü için öyle yavaş işliyor ki isyan ediyorsun. İsmail Beşikçi çok saygı duyduğum ve bir o kadar sevdiğim bir düşünce adamıdır. 17 yılı kitaplarından dolayı zindanlarda geçiyor. Akıl sağlığını yitirmeden yola devam ediyor. Çünkü kolay değildir hapishane koşulları, işkenceden bahsetmiyorum bile. İsmail Beşikçi buna rağmen yazmaya devam ediyor. Doğal olarak günümüzde bile yargılanıyor. Sistem peşini bırakmıyor. Bazı şeyler var ki hiç değişmiyor. Bu arada ömür bitiyor. İçin acıyor, sussan olmuyor, konuşsan fayda etmiyor. Ama içimden bir ses hüznünü yaz diyor çünkü ancak hüzün yazılmaya değerdir. İçini dök kelimelere anlaşılmasan anlamasalar bile.


"Mevcut haliyle 125 cm boyunda , ileri derece yanma nedeniyle yaşı tefrik edilemeyen, alt kısımları olmayan kadın cesedinde , yüzün olmadığı, beynin pişmiş ve küçülmüş olduğu görüldü." (Otopsi raporu)

Çarklar Kimin İçin Dönüyor?

Kalabalıklar içindeydik ve kimsesizdik. Sistemin içinde öğütülmüş, etlerimiz liğme liğme edilmiş...Çarklar dönüyor. Senin için, benim için. Sussan için kanar, içine akar, durmadan kanar kanar.
Canın sıkılır, duvarları yıkarsın, varolmak için nefes almak için. Anlamazlar.

Yaşam bir rüyadır, bizi öldüren uyanmaktır.

Kafamın içinde bir oda kurdum ben, kendimi oraya koydum ben. Orada öldüm öldüm dirildim.. kimseler duymadan kimseler bilmeden. Nereden bilsinler canının yandığını.. sistemin içinde çarklar benim için dönüyor liğme liğme oldum ben. Çekip çıkarasım var kendimi, kurtulurum belki.

Kelimeler asla yeterli değildir duyguları anlatmak için, ne mutluluklar ne de acılar için.
Onun için asla anlatamak istediğimi belki de ömrümün sonuna kadar anlatamayacağım. Sırf bu yüzden hep eksik kalacak içinde anlatamadığın şeylerin sancısı.

Denemeye değer doğrusu. Odanı dolduran güneşi bir sünger gibi çekse de duvar çocukluğunun soğuk günlerini ısıtan kış güneşini anımsatan hatıraların var. Kahve ısmarlamak istediğin temiz yüzlü, iyi yürekli insanlar var.

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Yaşamaya Başlamak









Düşünmesem, üzülmesem, sevmesem, diyorum. Ama bir denge var doğada. Sen bir dengesin sevmelisin, vazgeçmemelisin. Ah ne zor bir insanın kendini ifade edebilmesi. Kısa cümlelerde buluyorum benliğimi; cümle çabucak bittiğinden gene kaybediyorsun kendini.


Güzel bir söz söylemeliyim, güzel bir film seyretmeliyim, güzel bir resme bakmalıyım, güzel bir müzik dinlemeliyim. Yalnız kalmalıyım.


Söyleyecek sözüm yok sanki tüm kelimeler tükendi. Tüm hayatımı kalın bir romanın satırlarına yerleştirip satır aralarında bulmalıyım kendimi.


Uykularım yarım. Düzensiz bir hayat. Evli olmama rağmen ve her şeye rağmen. Düzeni sevmiyorum her gün aynı saatte yatmak ve her gün aynı saatte kalkmak. Herkesin okuduğu kitapları okumak, popüler şeylerden bahsetmek, herkesin aldığı gazeteden almak bana göre değil. O yüzden senin okuduğun gazate sadece üç tane geliyor bayiye. Benden başka iki kişi daha okuyor. Bir an merak ediyorum onları, kimdir neyin nesidir?..sonra vazgeçiyorum. Umrumda mı?




Önyargısızım hayata karşı. Şikayet ettiğim bir şey yok kendimden başka. Kitlemin ağırlığını hissedebiliyorum beynimin kıvrımlarımda. İşte kitlem her zaman benimle ellerim ayaklarım tenim derim saçlarım hep benimle. Ben ruhumu arıyorum. Kendim olabilirim böylece.


Çoktan vazgeçtim herkese benzemeye çalışmaktan. Çelişkilerimi sevdim tereddütlerimi sevdim gizli düşüncelerimi sevdim umutlarımı sevdim hüzünlerimi sevdim küçük mutluluklarımı sevdim kavgamı sevdim.


Umarsızım. Herşey olduğu gibidir. Karşında duran eşyalar bile olması gerektiği gibi.


Otuz yaş bile yaşamaya başlamak için geç değildir.

3 Mayıs 2011 Salı

İçimdeki İlkel Kadın





Saatlerce 11 adamın bir topun peşinden gitmesini izleyebilirler, izlerken bilhassa bir araya geldiklerinde bazen yüzlerce olduklarında anlamsız sesler çıkarırlar, izledikten sonra bunun üzerine saatlerce konuşabilirler neresinden baksan ilginç yaratıklar, dedi.


Çorapları, eşyaları evin alakasız yerlerinden çıkabilir üstelik dağınık yaratıklar; dört mevsim banyoya kıllarını dökerler, diye devam etti.




Yaratık değil onların adı erkek, dedim.




Saatlerce susarak oturabilirler böyle zamanlarda ne düşündüklerini çok merak ediyorum ama kendilerine soru sorulmasından pek hoşlanmıyorlar galiba. Acıkdıklarında çabuk öfkelenen bir yaratığa dönüşebilirler. Gerçekten sevmezlerse çabuk vazgeçerler sevdiklerini sahiplenirler. Uzun saçlı yaratıklara kıyasla büyük elleri, ayakları var. Boyları, genellikle uzun saçlı yaratıklara göre uzundur.




Uzun saçlı narin yaratıkların çok önemli detayları anlatmalarına "dırdır" derler. Narin yaratıkların sebepsiz yere ağlayabileceklerini düşünecek kadar bencil bir kısmı, diye devam etti.




Yaratık,yaratık deyip durma uzun saçlı olanlarına "kadın" diyeceksin dedim.




İşte erkeklere karşı kullanılmaması gereken cümlelerin listesini yaptım,dedi:



-Beni seviyor musun?


-Kırgın değilim sadece kızgınım.


-Ne düşünüyorsun?


-Beni anlamıyorsun.


-Nerede kaldın? Nereye gidiyorsun? Kaçta biter?


-Seni aradığımda niye telefonu açmıyorsun?


-Benimle neden evlendin?


-Seni annem ve babamla tanıştırmak istiyorum.


-Yakışıklı değilsin ama sempatiksin.


-Çok iyi birisin ama...


-Gerçekten senin umrunda mıyım?


-Benimle hiç ilgilenmiyorsun senin dikkatini çekmek için daha ne yapmalıyım?


-Kim bu kız?


İçimdeki Havva'ya bak dedim. Ona ismiyle hitap etmelisin seninkinin adı Adem .

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Boderline





Ama bir gün değişir çevrendeki insanlar, okuduğun kitaplar, izlediğin filmler, yaşadığın şehir, kaldığın evler, giydiğin kıyafetler, sesler, renkler...Sürekli bir değişimin içinde varolmak. Bu değişime ayak uydurmak. İnsan gençken yeni insanlarla tanışmak için can atıyor. Belki de onaylanmak için; kendini bu düzen içinde var etme çabası. Anlıyorsun ki ne kadar çok insanla tanıştığının hiçbir önemi yok. Önemli olan sen de iz bırakanlar.


Kendi hayatımın Don Kişot'uyum. Kaybedeceğimi bildiğim bir savaşın içindeyim. Bir kaçış planına ihtiyacım var.


Anne, attığın hayatın içinden hadi bul bulabilirsen beni! Yaşama karşı bir yetersizlik duygusu. Buradayım, uçurumun kenarındayım istersen hiç bulma beni.


Kaybolmak üzereyim, gideceğim hiçbir yer yok. Dönüp dolaşıp kendime geliyorum.