30 Nisan 2011 Cumartesi
Bir Erkek Bir Kızı Sevdi Bir Hikaye Başlamadan Bitti
Kız yapmacık bir tavırla gülümsedi. Oysa içinden gülmek gelmiyordu. Çok ciddi olmak istiyordu. Bireysel sorunları vardı. Seni gördüğüme sevindim, dedi. Kafede Baha'dan "Kutupta Yaz Gibi" şarkısı çalıyordu. Kız içinden beni buraya niye çağırdı, diye geçirdi. Evlenme teklif etse hemen kabul ederdi. Mutsuzluğa bile razıydı. Hiçbir şey şimdikinden daha mutsuz edemezdi onu. Çocukları olurdu, akşam yemeğini hazırlar kocasını beklerdi. Telefon eder akşama gelirken ekmekle yoğurt al, derdi. Pazar günleri gazetelerin eklerini okurlardı. Konuşurlardı. Kavga ederler, barışırlardı. Bir günde hem mutlu hem mutsuz olurlardı.
Erkek kızın gözlerine baktı. Biraz cesaret bulsa kızın elini tutabilirdi. Keşke kız sözleriyle ona biraz cesaret verebilseydi. Neden bu kadar soğuk buz gibi karşısında oturuyordu. Kimbilir belki bir sevdiği vardı. Oysa erkek nerden bilsin kızın yapısı buydu. Biraz soğuk duruşu vardı. Aslında bu duruş kıza inanılmaz bir çekicilik katıyordu. Şu anda bile etraflarındaki bütün erkeklerin dikkatini çekmemiş miydi?.. kıskanmak değil daha çok gurur diyebileceğimiz bir duyguya kapıldı erkek. Şimdi evli olsak işte işte bu çekici kadın benim karım işte parmaklarımızda yüzüklerimiz biz buraya çay içmeye geldik edasıyla etrafına bakardı.
Erkek kızın yapmacık gülümsemesine takıldı. Takıntılı bir adam olmasaydı önemli değildi. Garson kıza yavşayan bir tavırla çaylarını getirdi. Müzik bitti şimdi Baha "İşte Bu Bizim Hikayemiz" şarkısını söylüyor.
Kız boşlukta tutunacak bir dal arıyor çünkü yalnız çünkü sevgisiz. Erkek reddedilirim korkusuyla evlenme teklifini yapmıyor. Çaylar bitiyor, müzik susuyor. Bir hikaye daha başlamadan bitiyor.
29 Nisan 2011 Cuma
Kafka'nın Köpeği
Anlat, diyorsun. İnsan anlatmaya nereden başlayacağını bilemiyor. Onca yaşanmış arasından gidiyor hüzünleri buluyorsun. Onun için anlatmaya şimdiki zamandan başlamalıyım. Odamı dolduran şu sabah güneşinden başka hiçbir şeyin önemi yok, sokak da bomboş bunu sana söylemeliyim. Uyuyor musun? Tatlı uykulardan uyanmalıyız, uyumamalı uyanık kalmalıyız. Çünkü yaşam bir oyun anlıyor musun?..oyuna gelmemeliyiz.
Ben dışarı çıkmak için bile giyinmeye üşenirken dünyanın dertleriyle başa çıkmamı bekliyorlar benden!
Isırır mı?..diye soruyorlar. Annem hayır zarar vermez biz onu evcilleştirdik, diyor. Ama köpek bu belli olmaz annem yalan söylüyordu. Bir sabah Kafka'nın böceği gibi ben de köpek olarak uyanmıştım. Bunu yalnızca annem ve ben biliyoruz. Tekrar insana dönüştüğümde her şeyi sil baştan öğrenmem gerekmişti tüm ahlak-toplum kurallarını ve gelenek-göreneklerimizi, andımızı bile. Andımızı bir türlü ezberleyememiştim, okulu da sırf bu yüzden sevemedim her sabah söylediği bir şeyi nasıl ezberleyemez insan; aslında heyecandandı benimkisi onca öğrencinin karşına geçip tane tane şaşırmadan üstelik bağıra bağıra söylemek sanıldığı kadar kolay değildi.
Tamam sana tüm hayatımı anlatacağım, insanlığa nasıl geçiştiğimi... Ama önce uyumamalısın bana yardımcı olmalısın uyanık kalmalısın.
Arada bir şiir okumalı insan, lütfen lütfen benim için Cemal Süreya okur musun? Okumasan da mühim değil.
"İki çay söylemiştik orda, biri açık,
keşke yalnız bunun için sevsedim seni."
Heves Dediğimiz Şey Çabuk Geçer
İnsan böyle kapalı bir kutu olduğu halde nasıl oluyor da hakkımızda hüküm veriyorlar? Hakkımızda konuşmaktan vazgeçmiyorlar. Arkamdan konuşuyolarmış, diyemiyorsun ki bizi rahat bırakın. Çünkü insan sosyal bir yaratık. Seni de kendilerine benzetmek için ellerinden geleni yaparlar, okullarında, işyerlerinde, evlerinde. Belki ben bu toplumun bir üyesi olmak istemiyorum. Sormazlar ki? Nevi şahsına münhasır bir birey olarak kalsam ne olur sanki. Görmezlikten gelseniz tuhaflıklarımı.
Senin hayallerindeki kadın olmaya çalışıyorum büyük bir hevesle. Ama olmuyor olduramıyorum hayalinde küçücük bir oda açsan olurdu belki de... Çok sevdiği oyuncağı elinden alınmış bir çocuk gibi hevesim kırılıyor. Artık sen istesen bile çok istesen bile olmaz. Anlıyor musun? Buna rağmen hayat devam ediyor. Sen hayata karışmazsan onca okuduğun kitapların kıymeti kalır mı? Sonra hayatı kitaplardan öğrenemiyorsun. Sadece farklı bir bakış açısı geliştirmeni sağlıyor olaylar karşısında okudukların. Yaşamadan öğrenilmiyor bazı şeyler var ki... Yeni zaaflar ediniyorsun. Yeni insanlar tanıyorsun, tanıdığını sanıyorsun. Gidenler, kalanlar...
Ne güzel kadınlar var ne güzel adamlar..bir çocuk gibi güzelliğinin farkında olmayanları severim daha çok. Çünkü saf ve yalın gelir o güzellik bana. Güzelliğinin farkında olan insandan uzak durmam gerektiğini de öğrendim yaşayarak.
Henüz çok gencim, bilirim...Bursa'da x. sokağında oturan basit bir insandan başka bir şey değilim..mükemmel değilim..hayallerindeki kadın hiç değilim..beni hayallerindeki kadın oldurmaya çalışma senden tek isteğim.
28 Nisan 2011 Perşembe
Güvenilmezin Biri
Güvenilmezin biriydim. Böyle söyleyince insan kendine haksızlık ediyormuş gibi geliyor ama öyle işte. Bana güvenmemekte ne kadar haklıydı. Bunun bir de iyi tarafı vardı çekip gitmemden korktuğu için bana iyi davranıyor; insan kaybetmediği bir şeyin değerini bilemez ama kaybetme korkusu yaşıyorsa değerini bilir. Sonra sana kızmaktan vazgeçtim bu sefer kendime kızdım. Keşke beyin takıp çıkarılabilen bir şey olsaydı böyle zamanlarda çıkarmaya ne kadar ihtiyacım var. Olaylar arasında ki bağlantıyı hemen anlayabilsem hep geç kalırım anlamakta. Sigara yakınca her şey düzelecekmiş gibi geliyor insana, sigaran bitene kadar..sigara bitince devam ediyorsun hiçbir şeyin değişmediğini görüyorsun. Bir kitap bulmalıyım bana iyi gelecek tüm sevdiğim yazarları da okudum bitirdim. Böyle zamanlarda okuyacak bir şey bulamadığın zaman merak ederek aldığın bir kitap seni sarmadığında boşluğa düşüyorum ya tek derdin bu olsun güzelim, diyorsun ya. O zaman sürekli müzik dinliyorum. Bütün gün aynı müziği dinledim durdum seninle bara gittiğimizde bu şarkıyı söylüyordu çok güzel bir kadın. Sen kadını ben sesini beğenmiştim sesi güzel diye kadını kıskanmamıştım oysa sen kıskanıyorsun belli etmiyorsun demiştin. Bazen kıskanıp kıskanmadığını da anlayamıyor insan. Kıskanınca büyükleri tarafından azarlanan suçunun ne olduğunu bilmeyen masum çocuklar gibi oluyoruz. Kıskanmalı mıyım? Kıskanmamalı mı? Daha bunu bile bilmiyorum okulda işe yarar hiç bir şey öğrenmiyoruz. Sahiplenmeli miyim? O benimdir o benim milletimindir ancak diyebilir miyim? Yok öyle değildi. İnsan vatanı sahiplendiği gibi sahiplenemiyor ki...Hiçbir şeyin garantisi yok bunu anladığın zaman..
26 Nisan 2011 Salı
öylesine yazıldı bu yazı
Üşüyorum bu gelen kış değil; susuyorum sözüm olmadığından değil; rüyanda gördüğün uyku değil...Kanatlarım var ama uçamıyorum, çakılmışım olduğum yere kımıldayamıyorum. Elimde olsa tüm tarihi değiştirirdim, insanlığı yeniden başlatmak üzere...
Sevdiğin yazarın tüm kitaplarını da okumamışsan aşkolsun sana!
Oğuz Atay'ın yaşadığını sananlara hayatında hiç Virginia Woolf okumamışlara kendini nasıl anlatırsın?
Saçımı dağıtan deli rüzgardan, odama dolan güneşten, belli belirsiz buluttan başka hiçbir şey yok.
Kafka'nın Milenası, Aragon'un Elsa'sı, Mecnun'un Leyla'sı, Nazım'ın Vera'sı..hiçbir yere hiç kimseye ait olmadığını anladığın zaman..eskimiş cümlede geçen unutulmuş kelime olarak kalsın adım.
22 Nisan 2011 Cuma
Bazı Şeyler Var ki Hiç Değişmez
21 Nisan 2011 Perşembe
Kahve Molası
Hayatı olduğu gibi yansıtmayı seviyorum. Yazarken içim rahat üstelik mutlu oluyorum. Erkekler hakkımda ne düşünür düşüncesini bir tarafa bırakarak yazmayı deniyorum. Başka türlü olmuyor. Bunu yaparken süslü cümlelerden, beylik laflardan uzak durarak olduğunca yalın anlatmaya çalışıyorum. Bilmiyorum oluyor mu?
Gerçek kişilerle ilgisi yoktur; cümlesi geçen her şeyden nefret ediyorum. Nasıl yani ?..diyorum, nasıl gerçeklerle ilgisi yoktur.
Yazdıklarımın fena halde gerçeklerle ilgisi vardır , yaşantımla, duyduklarımla, gördüklerimle, okuduklarımla, izlediklerimle, dinlediğim müzikle ilgilidir, hiç bir şey birbirinden bağımsız değildir.
Özel hayatlarını sır gibi saklarlar anlaşılır sebeplerden. Demek istediğim gece seviştik sabah omletimizi yedik türden her yaptığımızı anlatmak ya da birilerini deşifre etmek değil. Önemli olan hikayemiz de değil. Önemli olan bize kalan duygular, hissettiklerimiz. Ortak noktamız insan olarak bu değil mi?
18 Nisan 2011 Pazartesi
Dışarıda Korkunç Bir Yalnızlık Var
Dışarıda korkunç bir yalnızlık var evin içinde yağmur. Yazı yazmak için günün en güzel saati bunlar.
Gene kitap alıyorum. Haftada bir kitap çok değil bazen iki üç olduğu oluyor. Ne kadar çok okuyorsun, diyor. Ben çok okumuyorum çevremdekiler hiç okumuyor onun için çok okuyormuşum gibi duruyor, diyorum. Bu kadar çok okumak iyi değil, diyor. Sen okumadan nasıl yaşıyorsun, diyorum. Susuyor!
Sabah biraz vaktim var twitter'ı açıyorum. Mesaj kutusuna uzun zamandır bakmamışım biri mesaj atmış: seni tanımak isterim. Ve kelimeler arasında hiç boşluk bırakmamış birleşik yazmış. Bir insanı tanımak bu kadar kolay mı? Popülizmin gözünü seveyim bir mesajla bir insanı tanıyacağını sanırsın. Oysa bir ömür bir mesaj kutusuna sığar mı.
Bir şarkı çalıyor aşk acısından bahsediyor. Her şey zamanında güzel. Artık aşk acısı çekmek için çok geç istesem de olmaz.
İçimde rolünü iyi ezberleyememiş bir oyuncu tedirginliği beni sarıyor. Bu his hiç peşimi bırakmıyor. İyi bir anne, iyi bir eş, iyi bir evlat, iyi bir arkadaş-dost, iyi bir vatandaş olmak istemişimde bir türlü olamamışım gibi.
Ne olur beni diğer insanlara benzetme biraz sen olayım kendimden kaçayım!
16 Nisan 2011 Cumartesi
Kalabalıklar İçindeyken Ben
15 Nisan 2011 Cuma
Seni yoksayabilirim. Sen yokmuşsun gibi hiç olmamışsın gibi hiç tanımamışım gibi davranabilirim. Sen buna dayanabilir misin? Benim için kolay. Yalnızlığıma çekilirim, kitaplarıma gömülürüm. Kalkar kendime kahve yaparım. Radyoyu açarım. Kulağa hoş gelen sıradan popüler bir müzik çalıyordur muhtemelen dinlerim. Gerekirse müziğin sesini açar dans ederim. Kendimle konuşurum. İnan ki çok kolay. Aragon'la dertleşirim. Ne demiş şair "Elsa'nın Gözleri". İnsan Elsa'nın gözleri olmak istiyor bir an. Bukowski okurum. İçerim. Yaparım bilirsin.
İnsan bu ister ki beğenilsin sevilsin. Herkes şanslı doğmuyor.
Yanlış koydu teşhisi doktor; iyileşmez bu hasta!
14 Nisan 2011 Perşembe
Adını Arıza Koydum
13 Nisan 2011 Çarşamba
Amacından Sapan Düşünceler
Çocukluğumu özlemedim. Utangaç yıllarımı ve büyüklerin davranışlarına bir türlü anlam veremediğim o yılları özlemedim hiç sanki.
Okul yıllarımı; ne ilkokul ne lise ne de üniversite yıllarımı da özlemedim .
Boşvermişim gelmişine geçmişine...
Düşündüğüm bir şey yok.
Yalan tabii ki.
Düşündüğüm şeylerin üstünde durmuyorum sadece, düşündüklerimi düşünmüyorum. Düşünceler akıp gidiyor beynimden sadece. Bu bile yetiyor bana. Keşke hiç düşünmesem. Başkalarının ne düşündüğü umrumda değil!
Ne geçmiş ne de gelecek; şimdiki zamandan daha mükemmel bir zaman yok.
Yaşamayı öğrendim.
Kızgınlıklarımla, kırgınlıklarımla, hayallerimle, unuttuklarımla, hatırladıklarımla, umutla, hüzünle, yeri geldiğinde mutlulukla yaşamayı öğrendim.
Dargın olduklarımı affettiğimden değil. Kırgınlıkla yaşamayı öğrendiğimden. Bunun üstesinden gelebildiğimden.
Yazdıklarım size anlamsız geliyor olabilir. Nedir anlamlı olan? Hayatımızda kaç tane anlamlı şey var. Akşamları televizyona kilitlenip üç saat gerizekalı gibi bir diziye bakmak mıdır...yoksa saatlerce internete zaman ayırmak mı...ya da boş muhabbetlerle zaman öldürmek mi?
Evet ben de çoğu zaman aptalca işlerle uğraşırım. Ama size zeki olduğumu söylemedim ki. Kendimi çoğu zaman aptal bulurum.
Tüm bunları mutsuz olduğumdan yazmadım. Sylvia Plath'ın dediği gibi : Yazıyorum çünkü içimde susturamadığım bir ses var...
11 Nisan 2011 Pazartesi
Napoleon'un Josephine'ye Mektubu
10 Nisan 2011 Pazar
Bir Acayip Yazı
Tamam. Sana kötü davranmış olabilirim. Sana son zamanlarda ilgi göstermemiş olabilirim. Beni aradığında bana ulaşamıyor olman seninle konuşmak istemediğimden değildi. Bazı işlerle ilgilendiğim için kafam sürekli meşgul ise bu seni düşünmediğim anlamına gelmez. Evet kabul etmem gerekir ki sana hak etttiğin değeri vermiyormuşum izlemini yarattım. Ama her zaman önceliğimdin. Tüm bunlar seni sevmediğim anlamına gelmez.
Belki bu yüzden sudan sebeplerle kavga çıkarman. Huzursuzluğun, hırçınlığın, kızgınlığın. Seni anlıyorum. Bu yüzden sustum sonra sen de sustun ve ikimiz sustuk sanki biz susunca tüm dünya sustu. Üstelik ikimizde haklı değiliz.
Oyun yazarı Congreve "Beynimi sizden başka kimse ele geçiremez; ve beynim sizden başka kimseyi ele geçiremez." diyordu mektubunda sevdiği kadına. Anlatabiliyor muyum? Neyse beylik lafları büyük adamlara bırakalım.
Söyleyebilir misin bana "El adamı" mısın yoksa "Benim adamım" mı?
Bense yalnızca senin...
8 Nisan 2011 Cuma
Bırakmıyorlar
Bırakmıyorlar ki, insan kalayım. Senden ya kadın olmanı bekliyorlar ya da erkek. Oysa vatanım bile dünyadır benim. İnsanları evli, bekar, kadın, erkek, zengin, fakir, genç, yaşlı olarak ayırmam benim için insan olması yeterlidir. Bu yüzden çocukları ciddiye alırım ve belki sırf bu yüzden severler beni.
Dersimi almışımda ediyormuşum ezber! Doğrudur. Hakkımda ne söylerlerse söylesinler. Elbet ezberleri bozacağım vakit gelecek; kimbilir belki yarın belki yarından da yakın.
Dişiliğimi değil kişiliğimi geliştirmek istiyorum. Yıllar bir şeyler de götürebilir senden birşeyler de katabilir sana. Güzelliğin bir gün biteceği aşikar. Yüzünde kırışıklıklar belki saçlarında beyazlar olacak. Dişilik dediğin zamanla senden bir şeyler götürür, zamanla tükenir. Kişilik öyle midir? Yıllar geçtikçe sana değer katar, geliştirilebilir değerinden bir şey kaybetmez.
Bazen çevremizin bize hak ettiğimiz değeri vermediği doğrudur. Bizi dış görünümümüzle, diplomalarımızla, paramızla, evimizle, saatimizin ya da arabamızın markasıyla, işhayatında edindiğimiz kariyerimizle değerlendirirler.
Bırakmıyorlar bırakmazlar ki...
7 Nisan 2011 Perşembe
Bir Genç Adam
Bu yazı resimdeki genç adama ithaf edilmiştir. Bu yazının gerçek kişlerle fena halde ilgisi vardır.
Evet genç adam amacım seni övmek değil, sana nasihat çekmek hiç değil. Bazı eleştirilecek yanların yok değil.(Şaka yaptım sakın alınma)
Her şeyin bu kadar görselliğe indirgendiği bir çağda yazarak ayakta durmaya çalışıyorum. Neresinden baksan affedilir bir sebep. Ve sana sorular hazırladım cevaplarını kendime sakladım.
"Sen olmak nedir?" ve "Hayatın neresinden başlamalı yaşamaya?"
Memleket bile gurbet gibi gelir kimi zaman insana.
İnsan vazgeçmeye önce kendinden başlar sonra bir bakmışsın her şeyden vazgeçmişsin. Biliyor musun ben hayaller kurarken başkaları gerçekleri yaşıyordu. Bu yüzden ciddiye almazlar seni. Senden başarı hikayesi duymak isterler, somut, gözle görülür elle tutulur şeyler...
Ayşe Kulin bir kitabında der ki: "Yaşarken yaşamdan vazgeçmek üstesinden gelinir gibi değil." ama biz üstesinden gelmişiz hiç fena sayılmaz. Belki sadece roman yazarları bilecek değerimizi. Her birimiz bir roman kahramanı değil miyiz sanki. Biz bize benzeriz, delinin delisiyiz...
Biliyor musun?.. ben bir kadınım gözyaşından yapılmışım.(Bak bunu da bir roman yazarı söylemiş.)Bu cümleyi koydum cebime; belki bir gün bir yerde lazım olur diye.
Genç adama kısa not: Sakın birini uzaktan sevme. Ne yap ne et, haber sal, kuşlara söyle, dağa taşa söyle, ortak arkadaşlar edin mutlaka haberi olsun sevildiğinden; karşılık vermese bile.
5 Nisan 2011 Salı
Hiçlik Makamı
Gri soğuk bulutlu bir sabaha uyandım. Saat 6:45 . Keşke daha erken kalksaydım, bir şeyler okurdum. Sadece bir kahve içimlik zamanım var. Belki bir şeyler yazarım. Birazdan sokağa çıkacağım. Kalabalıkların arasına karışacağım. Tanımadık yüzlerle gözgöze geleceğim sonra mahçup bir şekilde kafamızı çevireceğiz. Günlerdir güneş yok. Bundan şikayetçi değilim. Güneş yoksa bulutları sev! Sorun değil ben eylül kızıyım annem beni eylülde doğurmuş, sonbaharı yağmuru severim sakıncası yok. Oysa bundan şikayetçi olur durular. Vay efendim kaç gündür yağmur yağıyormuş hava bulutluymuş psikolojileri bozuluyormuş! Oysa doğa senin psikolojinle ilgilenmez. Çünkü yazın yakan güneşten şikayet edeceksin kışın soğuktan; bu böyle. Doğa Ana'yı severim. Herşeyden bağımsız davrandığı için. (Her şey ayrı mı bitişik mi yazılıyordu hep karıştırırım.)
Beni bu gri bulutlu havalar mahvetsin.(Ne biçim bir beddua bu böyle)Üşüdüm üstelik. Kazak giymeyi de hiç sevmem. Böyle soğuk havalarla mücadele ettiğim çok olmuştur ve gene kaybeden ben olurum! İlk işçiler evlerinden çıkalı çok oldu. Kapıda sitenin güvenlik görevlisi aşina olduğum bir yüz. Sevimli genç bir adam.
Belediyenin yolları yapmaması yüzünden neredeyse dizlerime kadar çamur oldum. Hayır bu sefer kızmayacağım güne neşeli başlamak istiyorum. Ama içimde bir yarım kalmışlık hissi. Elimi neye atsam hep yarım kaldı sanki aşk dahil! Belki böyle olması gerekiyor çünkü her şey (her şey ayrı yazılır öğrendim ama bitişik yazmak istiyor canım)tamamlandığında hayat bitmiş olacak ya da yaşamak için bir sebebimiz olmayacak. Bu korkunç. Belki hiçbir şeye başlamamalıydım, böylece hiçbir şey yarım kalmamalıydı, hiç yaşanmasaydı.
4 Nisan 2011 Pazartesi
Dostoyevski-Yeraltından Notlar
...Keşke boş duruşum aylaklığım yüzünden olsaydı. Tanrım, o zaman kendime ne büyük saygı duyardım!.. Hiç olmazsa tembelliğim, güvenebileceğim belirli bir özelliğim var diye kendime en büyük saygıyı beslerdim. Birisi benim için "Kim bu adam? " diye sorunca , "Tembelin biri!" karşılığını verirlerdi. Böyle bir söz duymayı çok isterdim. Benim de belirli bir niteliğim, hakkımda söylenecek bir söz olacaktı. Ne demek efendim"Tembellin biri!" Şaka değil, bu bir unvandır, bir mevkidir, kusursuz bir meslektir! Alay etmeyin bu böyledir!
...Lütfen söyler misiniz, insanların gerçek çıkarlarını bilmemeleri yüzünden kötülük yaptıklarını ilk kez kim ortaya attı, kim böyle akıllıca bir söz etti? Sözüm ona, insanoğlunun kafası aydınlanır, gerçek çıkarları gözlerinin önüne serilirse burnunu kirli işlere sokmaktan geri durarak, bir anda soylu,temiz yürekli biri olur çıkarmış. Bunun nedeni de, aydınlanıp gerçek çıkarlarını yalnız ve yalnız iyilik yapmakta görmesiymiş. hiç kimse bile bile kendi aleyhine hareket edemeyeceğine göre, tek çıkar yol iyilik yapmakmış...Hey, gidi çocuk saf, temiz yürekli bebek! Dünya kurulalı beri insanların yalnız kişisel çıkarlarına göre davrandıkları görülmüş müdür? İnsanların bile bile, yani gerçek çıkarlarını iyice anladıkları halde, bunları ikinci plana itip kimsenin zorlamadığı başka yollara , bir sürü karışık, tehlikeli işlere atıldıklarını gösteren milyonlarca örneğe ne demeli?...Çıkar! Nedir bu çıkar denen şey! İnsanoğlunun çıkarlarının nerede olduğunu kesinlikle belirtebilir misiniz? Biri tutar, çıkarını kendisi için iyilik değil de kötülük istemekte görürse , hatta böyle yapmak zorunda kalırsa, buna ne demeli?
2 Nisan 2011 Cumartesi
Beni İnandır
Blog Arşivi
-
▼
2011
(111)
-
▼
Nisan
(20)
- Bir Erkek Bir Kızı Sevdi Bir Hikaye Başlamadan Bitti
- Kafka'nın Köpeği
- Heves Dediğimiz Şey Çabuk Geçer
- Güvenilmezin Biri
- öylesine yazıldı bu yazı
- Bazı Şeyler Var ki Hiç Değişmez
- Kahve Molası
- Dışarıda Korkunç Bir Yalnızlık Var
- Kalabalıklar İçindeyken Ben
- Seni yoksayabilirim. Sen yokmuşsun gibi hiç olmam...
- Adını Arıza Koydum
- Amacından Sapan Düşünceler
- Napoleon'un Josephine'ye Mektubu
- Bir Acayip Yazı
- Bırakmıyorlar
- Bir Genç Adam
- Hiçlik Makamı
- Gri soğuk bulutlu bir sabaha uyandım. Saat 6:45 ....
- Dostoyevski-Yeraltından Notlar
- Beni İnandır
-
▼
Nisan
(20)