30 Nisan 2011 Cumartesi

Bir Erkek Bir Kızı Sevdi Bir Hikaye Başlamadan Bitti

İkisi de tüketim toplumu tarafından kuşatılmıştı. İkisi de yalnızdı. İkisi de yüksek teknoloji karşısında çaresizdi. Peşlerinden koştukları bir davaları yoktu. Bir amaçları yoktu.

Kız yapmacık bir tavırla gülümsedi. Oysa içinden gülmek gelmiyordu. Çok ciddi olmak istiyordu. Bireysel sorunları vardı. Seni gördüğüme sevindim, dedi. Kafede Baha'dan "Kutupta Yaz Gibi" şarkısı çalıyordu. Kız içinden beni buraya niye çağırdı, diye geçirdi. Evlenme teklif etse hemen kabul ederdi. Mutsuzluğa bile razıydı. Hiçbir şey şimdikinden daha mutsuz edemezdi onu. Çocukları olurdu, akşam yemeğini hazırlar kocasını beklerdi. Telefon eder akşama gelirken ekmekle yoğurt al, derdi. Pazar günleri gazetelerin eklerini okurlardı. Konuşurlardı. Kavga ederler, barışırlardı. Bir günde hem mutlu hem mutsuz olurlardı.

Erkek kızın gözlerine baktı. Biraz cesaret bulsa kızın elini tutabilirdi. Keşke kız sözleriyle ona biraz cesaret verebilseydi. Neden bu kadar soğuk buz gibi karşısında oturuyordu. Kimbilir belki bir sevdiği vardı. Oysa erkek nerden bilsin kızın yapısı buydu. Biraz soğuk duruşu vardı. Aslında bu duruş kıza inanılmaz bir çekicilik katıyordu. Şu anda bile etraflarındaki bütün erkeklerin dikkatini çekmemiş miydi?.. kıskanmak değil daha çok gurur diyebileceğimiz bir duyguya kapıldı erkek. Şimdi evli olsak işte işte bu çekici kadın benim karım işte parmaklarımızda yüzüklerimiz biz buraya çay içmeye geldik edasıyla etrafına bakardı.

Erkek kızın yapmacık gülümsemesine takıldı. Takıntılı bir adam olmasaydı önemli değildi. Garson kıza yavşayan bir tavırla çaylarını getirdi. Müzik bitti şimdi Baha "İşte Bu Bizim Hikayemiz" şarkısını söylüyor.

Kız boşlukta tutunacak bir dal arıyor çünkü yalnız çünkü sevgisiz. Erkek reddedilirim korkusuyla evlenme teklifini yapmıyor. Çaylar bitiyor, müzik susuyor. Bir hikaye daha başlamadan bitiyor.

29 Nisan 2011 Cuma

Kafka'nın Köpeği





Anlat, diyorsun. İnsan anlatmaya nereden başlayacağını bilemiyor. Onca yaşanmış arasından gidiyor hüzünleri buluyorsun. Onun için anlatmaya şimdiki zamandan başlamalıyım. Odamı dolduran şu sabah güneşinden başka hiçbir şeyin önemi yok, sokak da bomboş bunu sana söylemeliyim. Uyuyor musun? Tatlı uykulardan uyanmalıyız, uyumamalı uyanık kalmalıyız. Çünkü yaşam bir oyun anlıyor musun?..oyuna gelmemeliyiz.



Ben dışarı çıkmak için bile giyinmeye üşenirken dünyanın dertleriyle başa çıkmamı bekliyorlar benden!



Isırır mı?..diye soruyorlar. Annem hayır zarar vermez biz onu evcilleştirdik, diyor. Ama köpek bu belli olmaz annem yalan söylüyordu. Bir sabah Kafka'nın böceği gibi ben de köpek olarak uyanmıştım. Bunu yalnızca annem ve ben biliyoruz. Tekrar insana dönüştüğümde her şeyi sil baştan öğrenmem gerekmişti tüm ahlak-toplum kurallarını ve gelenek-göreneklerimizi, andımızı bile. Andımızı bir türlü ezberleyememiştim, okulu da sırf bu yüzden sevemedim her sabah söylediği bir şeyi nasıl ezberleyemez insan; aslında heyecandandı benimkisi onca öğrencinin karşına geçip tane tane şaşırmadan üstelik bağıra bağıra söylemek sanıldığı kadar kolay değildi.



Tamam sana tüm hayatımı anlatacağım, insanlığa nasıl geçiştiğimi... Ama önce uyumamalısın bana yardımcı olmalısın uyanık kalmalısın.



Arada bir şiir okumalı insan, lütfen lütfen benim için Cemal Süreya okur musun? Okumasan da mühim değil.



"İki çay söylemiştik orda, biri açık,


keşke yalnız bunun için sevsedim seni."

Heves Dediğimiz Şey Çabuk Geçer

Bir kadın hayal et; işte o kadın ben değilim. Bunu bildiğim için daha en başında belli etmesem de yine de sen beni sakla zamanın dışına. Ne hayallerimizin içine sığdırabiliyoruz dünyayı ne de dünyanın içine hayallerimizi işte tüm çelişki burada. Üzülme. Kimseler bilmiyor. Aklımızda olup biteni, kalbimizden geçeni...

İnsan böyle kapalı bir kutu olduğu halde nasıl oluyor da hakkımızda hüküm veriyorlar? Hakkımızda konuşmaktan vazgeçmiyorlar. Arkamdan konuşuyolarmış, diyemiyorsun ki bizi rahat bırakın. Çünkü insan sosyal bir yaratık. Seni de kendilerine benzetmek için ellerinden geleni yaparlar, okullarında, işyerlerinde, evlerinde. Belki ben bu toplumun bir üyesi olmak istemiyorum. Sormazlar ki? Nevi şahsına münhasır bir birey olarak kalsam ne olur sanki. Görmezlikten gelseniz tuhaflıklarımı.

Senin hayallerindeki kadın olmaya çalışıyorum büyük bir hevesle. Ama olmuyor olduramıyorum hayalinde küçücük bir oda açsan olurdu belki de... Çok sevdiği oyuncağı elinden alınmış bir çocuk gibi hevesim kırılıyor. Artık sen istesen bile çok istesen bile olmaz. Anlıyor musun? Buna rağmen hayat devam ediyor. Sen hayata karışmazsan onca okuduğun kitapların kıymeti kalır mı? Sonra hayatı kitaplardan öğrenemiyorsun. Sadece farklı bir bakış açısı geliştirmeni sağlıyor olaylar karşısında okudukların. Yaşamadan öğrenilmiyor bazı şeyler var ki... Yeni zaaflar ediniyorsun. Yeni insanlar tanıyorsun, tanıdığını sanıyorsun. Gidenler, kalanlar...

Ne güzel kadınlar var ne güzel adamlar..bir çocuk gibi güzelliğinin farkında olmayanları severim daha çok. Çünkü saf ve yalın gelir o güzellik bana. Güzelliğinin farkında olan insandan uzak durmam gerektiğini de öğrendim yaşayarak.

Henüz çok gencim, bilirim...Bursa'da x. sokağında oturan basit bir insandan başka bir şey değilim..mükemmel değilim..hayallerindeki kadın hiç değilim..beni hayallerindeki kadın oldurmaya çalışma senden tek isteğim.

28 Nisan 2011 Perşembe

Güvenilmezin Biri






Güvenilmezin biriydim. Böyle söyleyince insan kendine haksızlık ediyormuş gibi geliyor ama öyle işte. Bana güvenmemekte ne kadar haklıydı. Bunun bir de iyi tarafı vardı çekip gitmemden korktuğu için bana iyi davranıyor; insan kaybetmediği bir şeyin değerini bilemez ama kaybetme korkusu yaşıyorsa değerini bilir. Sonra sana kızmaktan vazgeçtim bu sefer kendime kızdım. Keşke beyin takıp çıkarılabilen bir şey olsaydı böyle zamanlarda çıkarmaya ne kadar ihtiyacım var. Olaylar arasında ki bağlantıyı hemen anlayabilsem hep geç kalırım anlamakta. Sigara yakınca her şey düzelecekmiş gibi geliyor insana, sigaran bitene kadar..sigara bitince devam ediyorsun hiçbir şeyin değişmediğini görüyorsun. Bir kitap bulmalıyım bana iyi gelecek tüm sevdiğim yazarları da okudum bitirdim. Böyle zamanlarda okuyacak bir şey bulamadığın zaman merak ederek aldığın bir kitap seni sarmadığında boşluğa düşüyorum ya tek derdin bu olsun güzelim, diyorsun ya. O zaman sürekli müzik dinliyorum. Bütün gün aynı müziği dinledim durdum seninle bara gittiğimizde bu şarkıyı söylüyordu çok güzel bir kadın. Sen kadını ben sesini beğenmiştim sesi güzel diye kadını kıskanmamıştım oysa sen kıskanıyorsun belli etmiyorsun demiştin. Bazen kıskanıp kıskanmadığını da anlayamıyor insan. Kıskanınca büyükleri tarafından azarlanan suçunun ne olduğunu bilmeyen masum çocuklar gibi oluyoruz. Kıskanmalı mıyım? Kıskanmamalı mı? Daha bunu bile bilmiyorum okulda işe yarar hiç bir şey öğrenmiyoruz. Sahiplenmeli miyim? O benimdir o benim milletimindir ancak diyebilir miyim? Yok öyle değildi. İnsan vatanı sahiplendiği gibi sahiplenemiyor ki...Hiçbir şeyin garantisi yok bunu anladığın zaman..

26 Nisan 2011 Salı

öylesine yazıldı bu yazı





Üşüyorum bu gelen kış değil; susuyorum sözüm olmadığından değil; rüyanda gördüğün uyku değil...Kanatlarım var ama uçamıyorum, çakılmışım olduğum yere kımıldayamıyorum. Elimde olsa tüm tarihi değiştirirdim, insanlığı yeniden başlatmak üzere...


Sevdiğin yazarın tüm kitaplarını da okumamışsan aşkolsun sana!


Oğuz Atay'ın yaşadığını sananlara hayatında hiç Virginia Woolf okumamışlara kendini nasıl anlatırsın?


Saçımı dağıtan deli rüzgardan, odama dolan güneşten, belli belirsiz buluttan başka hiçbir şey yok.


Kafka'nın Milenası, Aragon'un Elsa'sı, Mecnun'un Leyla'sı, Nazım'ın Vera'sı..hiçbir yere hiç kimseye ait olmadığını anladığın zaman..eskimiş cümlede geçen unutulmuş kelime olarak kalsın adım.

22 Nisan 2011 Cuma

Bazı Şeyler Var ki Hiç Değişmez



Seni aramış sana ulaşamamışsam, telefonun çalmış odanı çınlatmışsa, aynanın karşısına geçmişsem rujumu sürüyorsam saçlarımı beğenmemişsem sırf bu yüzden topuz yapmışsam, her sabah insanlar işlerine gidiyorsa, günlerden 23 Nisansa ve çocuklar ellerinde bayraklarını sallıyorsa bazı şeyler hiç değişmiyorsa, yemek yapan annelerin eline soğan kokusu sinmişse, okuldan dönen öğrenciler acıkmışsa, çocuklar dışarıda oynamak için sabırsızlanıyorsa, yağmur başlamış hazırlıksız çaresiz ıslanmışsan, bulutlar çekilmiş güneş açmışsa, ansızın gökkuşağı çıkmışsa, çalar saatin her sabah aynı saatte çalıyorsa yetişmen gereken bir gençliğin varsa, belki bir gün seni bir başkasıyla görürsem, vazgeçtiğimiz şeylerin sayısı yaşımızla orantılı artıyorsa ve ben umudumu yitirmem.. bir bak her yer sen her yer ben dolu...

21 Nisan 2011 Perşembe

Kahve Molası




Yaşam uğraşı mı dersiniz, yaşamak sanatı mı yoksa yaşam savaşı mı? Adını ne koyarsanız koyun ; yaşıyoruz bir şekilde. Ama bu kadar basit değil. Çünkü insan çok karmaşık, karmaşık olan insan değil insan davranışları aslında.



Belki geçmişte yaşadıklarımı yazmam ne kadar doğruydu bilemiyorum ama bunları kendime saklasam ne fayda. Ferit Edgü bir yerde "Herkese hayatını anlatma. Bazı parçalarını çalan olur." diyor tüm masumluğuyla. Zaten hayatım kayıp parçalardan oluştuğu için yazmakta herhangi bir sakınca görmüyorum.



Hayatı olduğu gibi yansıtmayı seviyorum. Yazarken içim rahat üstelik mutlu oluyorum. Erkekler hakkımda ne düşünür düşüncesini bir tarafa bırakarak yazmayı deniyorum. Başka türlü olmuyor. Bunu yaparken süslü cümlelerden, beylik laflardan uzak durarak olduğunca yalın anlatmaya çalışıyorum. Bilmiyorum oluyor mu?



Gerçek kişilerle ilgisi yoktur; cümlesi geçen her şeyden nefret ediyorum. Nasıl yani ?..diyorum, nasıl gerçeklerle ilgisi yoktur.



Yazdıklarımın fena halde gerçeklerle ilgisi vardır , yaşantımla, duyduklarımla, gördüklerimle, okuduklarımla, izlediklerimle, dinlediğim müzikle ilgilidir, hiç bir şey birbirinden bağımsız değildir.



Özel hayatlarını sır gibi saklarlar anlaşılır sebeplerden. Demek istediğim gece seviştik sabah omletimizi yedik türden her yaptığımızı anlatmak ya da birilerini deşifre etmek değil. Önemli olan hikayemiz de değil. Önemli olan bize kalan duygular, hissettiklerimiz. Ortak noktamız insan olarak bu değil mi?



18 Nisan 2011 Pazartesi

Dışarıda Korkunç Bir Yalnızlık Var



Dışarıda korkunç bir yalnızlık var evin içinde yağmur. Yazı yazmak için günün en güzel saati bunlar.


Gene kitap alıyorum. Haftada bir kitap çok değil bazen iki üç olduğu oluyor. Ne kadar çok okuyorsun, diyor. Ben çok okumuyorum çevremdekiler hiç okumuyor onun için çok okuyormuşum gibi duruyor, diyorum. Bu kadar çok okumak iyi değil, diyor. Sen okumadan nasıl yaşıyorsun, diyorum. Susuyor!


Sabah biraz vaktim var twitter'ı açıyorum. Mesaj kutusuna uzun zamandır bakmamışım biri mesaj atmış: seni tanımak isterim. Ve kelimeler arasında hiç boşluk bırakmamış birleşik yazmış. Bir insanı tanımak bu kadar kolay mı? Popülizmin gözünü seveyim bir mesajla bir insanı tanıyacağını sanırsın. Oysa bir ömür bir mesaj kutusuna sığar mı.


Bir şarkı çalıyor aşk acısından bahsediyor. Her şey zamanında güzel. Artık aşk acısı çekmek için çok geç istesem de olmaz.


İçimde rolünü iyi ezberleyememiş bir oyuncu tedirginliği beni sarıyor. Bu his hiç peşimi bırakmıyor. İyi bir anne, iyi bir eş, iyi bir evlat, iyi bir arkadaş-dost, iyi bir vatandaş olmak istemişimde bir türlü olamamışım gibi.



Ne olur beni diğer insanlara benzetme biraz sen olayım kendimden kaçayım!

16 Nisan 2011 Cumartesi

Kalabalıklar İçindeyken Ben


Yoruldum. S.'nin yanında kadın olayım dedim. Zaten giydiğim elbisenin altına düz ayakkabı giymek olmazdı. Bu ince topuklu çizme şık olduğu kadar rahatsız edici. Bu ayakkabılarla boyum neredeyse 1.80'e yakın ama gene de S.'nin boyuna yaklaşmam imkansız.

Tüm gün alışveriş merkezlerini dolaştık. Akşam olmak üzere. Kızım sinemaya gitmek istiyor. Çocuklar için bir tür animasyon film. Benim hiç filme giresim yok. Siz gidin ben sizi kafede beklerim diyorum. Birlikte sinema bileti almaya gidiyoruz. Ben sıraya girmiyorum. Uzaktan onlara bakıyorum. Yirmili yaşın başında üç genç adam geliyor. Sıraya giriyorlar. Beni fark ettikten sonra aralarında konuşup kıkırdıyorlar. Bana mı gülüyorlar yoksa? Bu kadar alıngan olmamam gerekir. Kimbilir beni sinemaya gelmiş yalnız evde kalmış hasta ruhlu bir kadın sanmış olabilirler ne de olsa artık otuzlu yaşların başındayım. Onlara " şu uzun, esmer, siyah deri mont giymiş adam benim kocam; yanındaki yaşından oldukça büyük gösteren benim kızım, daha diplomalarımdan okuduğum kitaplardan çalıştığım işyerlerinden yediğim kazıklardan bahsetmiyorum bile." demek geliyor içimden. Susuyorum. Bileti alıp S. ve kızım geliyor yanıma. Biraz yürüdükten sonra onlar sinemaya gidiyor, ayrılıyoruz. Ben D&R'a gidip kitap bakıyorum. Niye herkesin istediği kitap var da benim aradığım kitap yok? Leyla Erbil, Ferit Edgü soruyorum yokmuş, üzünç.

Bakıyorum rafta ne var ne yok. Tezer Özlü "Çocukluğumun Soğuk Geceleri" vay be, bu kitabı almak bugüne nasipmiş demek ki.

Cafe Crown'a gidip üst kata çıkıyorum. En son üç yıl önce gelmiştim buraya. Yalnız kafelere kimse tek başına gitmiyor galiba. Bir tek ben tek başıma oturuyorum. Neden sonra garson geliyor. O bile yalnız bir insanla ilgilenmiyor. Otursa yanıma tüm hayatımı ona anlatasım var.

Elime "Çocukluğumun soğuk Geceleri" kitabını alıyorum. Ve başlıyorum okumaya:


"Pazar günleri... Şimdilerde...Sokak aralarından geçerken...gözüme pijamalı aile babaları ilişirse, kışın, yağmurlu gri günlerde tüten soba bacalarına ilişirse gözlerim... evlerin pencere camları buharlaşmışsa ...odaların içine asılmış çamışır görürsem... bulutlar ıslak kiremitlere yakınsa, yağmur çiseliyorsa, radyolardan naklen futbol maçları yayımlanıyorsa, tartışan insanların sesleri sokaklara dek yansıyorsa, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek.......isterim hep."


15 Nisan 2011 Cuma



Seni yoksayabilirim. Sen yokmuşsun gibi hiç olmamışsın gibi hiç tanımamışım gibi davranabilirim. Sen buna dayanabilir misin? Benim için kolay. Yalnızlığıma çekilirim, kitaplarıma gömülürüm. Kalkar kendime kahve yaparım. Radyoyu açarım. Kulağa hoş gelen sıradan popüler bir müzik çalıyordur muhtemelen dinlerim. Gerekirse müziğin sesini açar dans ederim. Kendimle konuşurum. İnan ki çok kolay. Aragon'la dertleşirim. Ne demiş şair "Elsa'nın Gözleri". İnsan Elsa'nın gözleri olmak istiyor bir an. Bukowski okurum. İçerim. Yaparım bilirsin.


İnsan bu ister ki beğenilsin sevilsin. Herkes şanslı doğmuyor.


Yanlış koydu teşhisi doktor; iyileşmez bu hasta!




14 Nisan 2011 Perşembe

Adını Arıza Koydum

Heryerdeler ve giderek çoğalıyorlar. Sürekli şikayet ederler, çözüm üretmezler. Mutsuzdurlar ve mutsuzlukları bulaşıcıdır. Bu mühim değil herkes mutlu olacak diye bir şey yok; lakin ağzınızla kuş tutsanız mutlu olmazlar. Kelimeleriyle, cümleleriyle içimi kemirirler tüm enerjimi bitirirler. Böyle insanların yanından anında uzaklara kaçasım gelir. Uzaklara gitseniz bile sizi bulurlar. Bir mıknatıs gibi arıza insanları hayatıma çektiğimin farkındayım. Deli gibi kıskandıkları halde kıskanç olmadıklarını iddia ederler. Kendilerini bulunmaz hint kumaşı zannederler. Hayatınızdan çıkarak sizi cezalandırdıklarını düşünürler suçu kabullenmezler; çünkü sütten çıkmış ak kaşıktır haspam. Üstelik sizi suçlu ilan edip yargılamaya bile kalkarlar bu kadar yüzsüzdürler. Açıklama yaparak durumu izah etmeye çalıştığınızda "sorun bende değil sende" diyerek işin içinden çıkarlar. Sevseler bile sevdiklerini belli etmez kimisi. Düşüncesizdirler. Empatiden yoksundurlar üstelik. Pazardan dönen sinirli teyzeler gibi sizi azarlayabilirler sonra da hiçbir şey olmamış gibi davranırlar. Bu yazı uzar gider bana kısa kesmek düşer. Yazımı bitirirkene Louis Aragon'dan bir kuple sunmak isterim size: "Sakın görünüşe aldanma; görünüşte herkes insandır."

13 Nisan 2011 Çarşamba

Amacından Sapan Düşünceler

Özlediğim bir şey yok.
Çocukluğumu özlemedim. Utangaç yıllarımı ve büyüklerin davranışlarına bir türlü anlam veremediğim o yılları özlemedim hiç sanki.
Okul yıllarımı; ne ilkokul ne lise ne de üniversite yıllarımı da özlemedim .
Boşvermişim gelmişine geçmişine...

Düşündüğüm bir şey yok.
Yalan tabii ki.
Düşündüğüm şeylerin üstünde durmuyorum sadece, düşündüklerimi düşünmüyorum. Düşünceler akıp gidiyor beynimden sadece. Bu bile yetiyor bana. Keşke hiç düşünmesem. Başkalarının ne düşündüğü umrumda değil!
Ne geçmiş ne de gelecek; şimdiki zamandan daha mükemmel bir zaman yok.

Yaşamayı öğrendim.
Kızgınlıklarımla, kırgınlıklarımla, hayallerimle, unuttuklarımla, hatırladıklarımla, umutla, hüzünle, yeri geldiğinde mutlulukla yaşamayı öğrendim.
Dargın olduklarımı affettiğimden değil. Kırgınlıkla yaşamayı öğrendiğimden. Bunun üstesinden gelebildiğimden.

Yazdıklarım size anlamsız geliyor olabilir. Nedir anlamlı olan? Hayatımızda kaç tane anlamlı şey var. Akşamları televizyona kilitlenip üç saat gerizekalı gibi bir diziye bakmak mıdır...yoksa saatlerce internete zaman ayırmak mı...ya da boş muhabbetlerle zaman öldürmek mi?

Evet ben de çoğu zaman aptalca işlerle uğraşırım. Ama size zeki olduğumu söylemedim ki. Kendimi çoğu zaman aptal bulurum.

Tüm bunları mutsuz olduğumdan yazmadım. Sylvia Plath'ın dediği gibi : Yazıyorum çünkü içimde susturamadığım bir ses var...

11 Nisan 2011 Pazartesi

Napoleon'un Josephine'ye Mektubu


Korsika'da mütevazı bir askerken büyük bir general ve Fransa İmparatoru oluveren Napoleon, 1796 Mart'ında Josephine de Beauharnais ile evlendi. Josephine, Martinik adasında bir Fransız kolonisinden yoksul düşmüş bir aristokratın kızıydı. Daha önceki evliliğinden iki çocuğu vardı.

Aşağıda Napoleon'un karısına yazdığı mektup var:


Milan'daki Josephine'e,

13 Kasım 1796'da Verona'dan gönderilmiş

Seni artık sevmiyorum; tam tersine senden iğreniyorum. Sen korkunçsun, huysuzsun, aptalsın ve çok Cinderalla'sın. Bana doğru dürüst yazmıyorsun, kocanı sevmiyorsun, mektuplarının ona nasıl bir haz yaşattığını bilmiyorsun, iki satır bir şey karalamayı ona çok görüyorsun.


Öyleyse bütün gün ne yapıyorsun? Sevgili aşığına mektup yazmaktan daha önemli ne işin var? Hangi duygu, ona söz verdiğin yumuşacık ve kesintisiz sevgiyi boğup bir keneara atabiliyor? Senin bütün anlarını çalan, bütün günlerini zapteden, kocanı düşünüp merak etmekten alıkoyan bu şahane , yeni aşık kim? Josephine, unutma, bir gece kapılar ardına kadar açılacak ve ben orada olacağım.


Doğrusu, senden haber alamamak beni endişelendiriyor. Hemen bana dört sayfa yaz ve yüreğimi heyecan ve zevkle dolduran tatlı sözleri söyle.

Seni pek yakında kollarıma almayı ve Ekvator'un altındaymışız gibi alev alev yanan milyonlarca öpücüğe boğmayı hayal ediyorum.


Bonaparte


10 Nisan 2011 Pazar

Bir Acayip Yazı



Tamam. Sana kötü davranmış olabilirim. Sana son zamanlarda ilgi göstermemiş olabilirim. Beni aradığında bana ulaşamıyor olman seninle konuşmak istemediğimden değildi. Bazı işlerle ilgilendiğim için kafam sürekli meşgul ise bu seni düşünmediğim anlamına gelmez. Evet kabul etmem gerekir ki sana hak etttiğin değeri vermiyormuşum izlemini yarattım. Ama her zaman önceliğimdin. Tüm bunlar seni sevmediğim anlamına gelmez.


Belki bu yüzden sudan sebeplerle kavga çıkarman. Huzursuzluğun, hırçınlığın, kızgınlığın. Seni anlıyorum. Bu yüzden sustum sonra sen de sustun ve ikimiz sustuk sanki biz susunca tüm dünya sustu. Üstelik ikimizde haklı değiliz.


Oyun yazarı Congreve "Beynimi sizden başka kimse ele geçiremez; ve beynim sizden başka kimseyi ele geçiremez." diyordu mektubunda sevdiği kadına. Anlatabiliyor muyum? Neyse beylik lafları büyük adamlara bırakalım.


Söyleyebilir misin bana "El adamı" mısın yoksa "Benim adamım" mı?


Bense yalnızca senin...


8 Nisan 2011 Cuma

Bırakmıyorlar



Bırakmıyorlar ki, insan kalayım. Senden ya kadın olmanı bekliyorlar ya da erkek. Oysa vatanım bile dünyadır benim. İnsanları evli, bekar, kadın, erkek, zengin, fakir, genç, yaşlı olarak ayırmam benim için insan olması yeterlidir. Bu yüzden çocukları ciddiye alırım ve belki sırf bu yüzden severler beni.


Dersimi almışımda ediyormuşum ezber! Doğrudur. Hakkımda ne söylerlerse söylesinler. Elbet ezberleri bozacağım vakit gelecek; kimbilir belki yarın belki yarından da yakın.


Dişiliğimi değil kişiliğimi geliştirmek istiyorum. Yıllar bir şeyler de götürebilir senden birşeyler de katabilir sana. Güzelliğin bir gün biteceği aşikar. Yüzünde kırışıklıklar belki saçlarında beyazlar olacak. Dişilik dediğin zamanla senden bir şeyler götürür, zamanla tükenir. Kişilik öyle midir? Yıllar geçtikçe sana değer katar, geliştirilebilir değerinden bir şey kaybetmez.


Bazen çevremizin bize hak ettiğimiz değeri vermediği doğrudur. Bizi dış görünümümüzle, diplomalarımızla, paramızla, evimizle, saatimizin ya da arabamızın markasıyla, işhayatında edindiğimiz kariyerimizle değerlendirirler.


Bırakmıyorlar bırakmazlar ki...

7 Nisan 2011 Perşembe

Bir Genç Adam



Bu yazı resimdeki genç adama ithaf edilmiştir. Bu yazının gerçek kişlerle fena halde ilgisi vardır.


Evet genç adam amacım seni övmek değil, sana nasihat çekmek hiç değil. Bazı eleştirilecek yanların yok değil.(Şaka yaptım sakın alınma)


Her şeyin bu kadar görselliğe indirgendiği bir çağda yazarak ayakta durmaya çalışıyorum. Neresinden baksan affedilir bir sebep. Ve sana sorular hazırladım cevaplarını kendime sakladım.


"Sen olmak nedir?" ve "Hayatın neresinden başlamalı yaşamaya?"


Memleket bile gurbet gibi gelir kimi zaman insana.


İnsan vazgeçmeye önce kendinden başlar sonra bir bakmışsın her şeyden vazgeçmişsin. Biliyor musun ben hayaller kurarken başkaları gerçekleri yaşıyordu. Bu yüzden ciddiye almazlar seni. Senden başarı hikayesi duymak isterler, somut, gözle görülür elle tutulur şeyler...


Ayşe Kulin bir kitabında der ki: "Yaşarken yaşamdan vazgeçmek üstesinden gelinir gibi değil." ama biz üstesinden gelmişiz hiç fena sayılmaz. Belki sadece roman yazarları bilecek değerimizi. Her birimiz bir roman kahramanı değil miyiz sanki. Biz bize benzeriz, delinin delisiyiz...


Biliyor musun?.. ben bir kadınım gözyaşından yapılmışım.(Bak bunu da bir roman yazarı söylemiş.)Bu cümleyi koydum cebime; belki bir gün bir yerde lazım olur diye.


Genç adama kısa not: Sakın birini uzaktan sevme. Ne yap ne et, haber sal, kuşlara söyle, dağa taşa söyle, ortak arkadaşlar edin mutlaka haberi olsun sevildiğinden; karşılık vermese bile.

5 Nisan 2011 Salı

Hiçlik Makamı

Kendini ürkek, köle ruhlu hisseden tek kişi ben miyim? Öyle olmadığını biliyoruz. Eminim benim gibi çok kişi var. Ama itiraf etmezler, söylemezler, dillendirmezler. Ben öyle miyim? Önce itiraf ederim sonra inkar! Böyle konuşuyorum diye sakın beni yargılamayın. Başımıza gelmiş geçmiş en kötü şeydir yargısız infaz edilmek. Küçükken oturduğumuz mahallenin arka sokaklarında kayboldu çocukluğum. Şimdi arasam bile bulamam. Zaten bulmak istemem. Ben aramayı sevdim bulmayı değil. Ararken karşılaştığım şeyleri sevdim. Bana iz bırakan insanları sevdim, hüzünlerimi sevdim, acılarımı sevdim; ansızın hiç beklemediğim anda karşıma çıkan mutluluğu sevdim. Bu yüzden hiç bulmak istemedim. Girift, labirent yollara girdim. sonuca götüren yollardan bilerek isteyerek vazgeçtim. Bu hayat benim. Elalem ne der diye düşünmeden yaşamak; erkekler ne der diye düşünmeden yazmak istiyorum. Onu bile çok görürler sana. Umrumda mı sanki. Bana istediğinizi sorabilirsiniz. Cevabım hazır. -Hiç! Çünkü hiçlik makamındayım ve bu mevkiye ulaşmak için çok uzun yoldan geldim.


Gri soğuk bulutlu bir sabaha uyandım. Saat 6:45 . Keşke daha erken kalksaydım, bir şeyler okurdum. Sadece bir kahve içimlik zamanım var. Belki bir şeyler yazarım. Birazdan sokağa çıkacağım. Kalabalıkların arasına karışacağım. Tanımadık yüzlerle gözgöze geleceğim sonra mahçup bir şekilde kafamızı çevireceğiz. Günlerdir güneş yok. Bundan şikayetçi değilim. Güneş yoksa bulutları sev! Sorun değil ben eylül kızıyım annem beni eylülde doğurmuş, sonbaharı yağmuru severim sakıncası yok. Oysa bundan şikayetçi olur durular. Vay efendim kaç gündür yağmur yağıyormuş hava bulutluymuş psikolojileri bozuluyormuş! Oysa doğa senin psikolojinle ilgilenmez. Çünkü yazın yakan güneşten şikayet edeceksin kışın soğuktan; bu böyle. Doğa Ana'yı severim. Herşeyden bağımsız davrandığı için. (Her şey ayrı mı bitişik mi yazılıyordu hep karıştırırım.)


Beni bu gri bulutlu havalar mahvetsin.(Ne biçim bir beddua bu böyle)Üşüdüm üstelik. Kazak giymeyi de hiç sevmem. Böyle soğuk havalarla mücadele ettiğim çok olmuştur ve gene kaybeden ben olurum! İlk işçiler evlerinden çıkalı çok oldu. Kapıda sitenin güvenlik görevlisi aşina olduğum bir yüz. Sevimli genç bir adam.


Belediyenin yolları yapmaması yüzünden neredeyse dizlerime kadar çamur oldum. Hayır bu sefer kızmayacağım güne neşeli başlamak istiyorum. Ama içimde bir yarım kalmışlık hissi. Elimi neye atsam hep yarım kaldı sanki aşk dahil! Belki böyle olması gerekiyor çünkü her şey (her şey ayrı yazılır öğrendim ama bitişik yazmak istiyor canım)tamamlandığında hayat bitmiş olacak ya da yaşamak için bir sebebimiz olmayacak. Bu korkunç. Belki hiçbir şeye başlamamalıydım, böylece hiçbir şey yarım kalmamalıydı, hiç yaşanmasaydı.

4 Nisan 2011 Pazartesi

Dostoyevski-Yeraltından Notlar



...Keşke boş duruşum aylaklığım yüzünden olsaydı. Tanrım, o zaman kendime ne büyük saygı duyardım!.. Hiç olmazsa tembelliğim, güvenebileceğim belirli bir özelliğim var diye kendime en büyük saygıyı beslerdim. Birisi benim için "Kim bu adam? " diye sorunca , "Tembelin biri!" karşılığını verirlerdi. Böyle bir söz duymayı çok isterdim. Benim de belirli bir niteliğim, hakkımda söylenecek bir söz olacaktı. Ne demek efendim"Tembellin biri!" Şaka değil, bu bir unvandır, bir mevkidir, kusursuz bir meslektir! Alay etmeyin bu böyledir!


...Lütfen söyler misiniz, insanların gerçek çıkarlarını bilmemeleri yüzünden kötülük yaptıklarını ilk kez kim ortaya attı, kim böyle akıllıca bir söz etti? Sözüm ona, insanoğlunun kafası aydınlanır, gerçek çıkarları gözlerinin önüne serilirse burnunu kirli işlere sokmaktan geri durarak, bir anda soylu,temiz yürekli biri olur çıkarmış. Bunun nedeni de, aydınlanıp gerçek çıkarlarını yalnız ve yalnız iyilik yapmakta görmesiymiş. hiç kimse bile bile kendi aleyhine hareket edemeyeceğine göre, tek çıkar yol iyilik yapmakmış...Hey, gidi çocuk saf, temiz yürekli bebek! Dünya kurulalı beri insanların yalnız kişisel çıkarlarına göre davrandıkları görülmüş müdür? İnsanların bile bile, yani gerçek çıkarlarını iyice anladıkları halde, bunları ikinci plana itip kimsenin zorlamadığı başka yollara , bir sürü karışık, tehlikeli işlere atıldıklarını gösteren milyonlarca örneğe ne demeli?...Çıkar! Nedir bu çıkar denen şey! İnsanoğlunun çıkarlarının nerede olduğunu kesinlikle belirtebilir misiniz? Biri tutar, çıkarını kendisi için iyilik değil de kötülük istemekte görürse , hatta böyle yapmak zorunda kalırsa, buna ne demeli?

2 Nisan 2011 Cumartesi

Beni İnandır

Beni inandır. Kendi yalanlarıma, duymak istediklerime... Beni kurtar. Çelişkilerimden. Kafamın içindeki derin saçmalıklardan, şiddetli kavgalardan... Beni sev. Sevdiğim kitapları sev, dinlediğim müzikleri sev, izlediğim filmleri sev...dokunduğum eşyaları sev . Beni duy. Ölümsüz değiliz, gençliğin de son evresindeyiz. Cesaretim ol. Düşüncemin cesareti kadar varım. Nisan yağmurları bunlar, yitirdiklerini düşünerek Ankara sokaklarında ıslandın mı hiç? Kafandakiler de benim sözcüklerim. Sesim, sözcüklerim bedenim gibi yavaş yavaş ölüyor; isterim ki yankılansın seller gibi aksın, kim alacaksa onu, haydi alsın şimdi! Diğerleri hiç hata yapmadan yaşamış olabilirler mi? Dağılan kelimeler gibiyim ben de, toplasalar bir cümle etmem. Sus biraz dinle beni: Bana yardım edeceksen çabuk yetiş!