16 Ağustos 2011 Salı

Bir Kadın Bir Hayat

Arabadaydı, arka koltukta sessizce dışarıya bakıyordu. Yanından kayıp giden arabalar vardı tıpkı tutamadığı hayatı gibi. Ama onun bir tane hayatı vardı, başka şansı yoktu ve şansa inanmazdı şansa inansaydı çok şansız biri olduğunu söylemek gerekirdi.
Önde arabayı kullanan sevdiği adam ve yan koltukta ortak dostları oturuyordu. İşte tam bu sırada yandan bir kamyonet dolusu bağa bahçeye ya da tarlaya giden köylü genç kızlar, kadınlar geçti.
İnsan evlenecekse işte bu kızlarla evlenmeli, dedi sevdiği adam. Sevdiği kadın arkada otururken aslında böyle fütursuzca laflar edilmemeliydi ama nasıl olsa alınmazdı şaka olduğunu bilirdi.
Arkadaşı destek verdi: en fazla bulaşık makinesi ister bunlar adamdan, dedi.
Şaşırmıştı. İşte üniversitede öğrendiği dersler bir erkeğin karşısında hiçbir işe yaramıyordu. Kitaplardan öğrenilmiyordu hayat. Cümlelerin bittiği yerde hayat başlıyordu. Ve öyle çok yerinden kırılmıştı ki hayatları isteseler de hiç bir cümlede bir araya gelemezlerdi, çaresiz.

Çok kolaydı, fazla kolaydı yaşamak, nefes almak yeterdi. Bir de anlayabilseydi.
Hakkımda hüküm verilmiş dedi kadın, ben yokken ameliyat masasına yatırmışlar beni parça parça etmişler , şimdi istesem de toplayamam kendimi, birleştiremem dağılan parçalarımı. Birleştirsem de eskisi gibi olmaz artık. Kafka da, Atay da kurtaramaz beni.

Duymamazlıktan gel, dedi kadının iç sesi. Öyle de yaptı. Sustu. Üstünde durulmayacak kadar önemsiz, mühim değildi. Ama anlasaydı, anlayabilseydi. İşte insanoğlu böyle açgözlü neylersin, bilinçaltında fantezi dünyalarında köylü kızları da olduğunu bilmiyordu, öğrenmiş oldu. Belki şaşkınlığı bundan ibaretti. Yarinden memnun değildi demek. Okumuşunu denedik mutlu olamadık bir de okumamışını deneyelim, diyordu. Nasıl olsa yatakta Dostoyevski okumanın ya da siyasal tarih dersinde öğrendiklerinin ya da cumhurbaşkanlarının isimlerini sırayla sayabilmenin bir önemi yoktu.
Niye susuyorsun dedi ortak dostları.
Canı konuşmak istemiyordu. Küçük burjuva, bohem bozuntusu hayatlarından hiç bahsetmeyi istemiyordu canı. Aklına kötü şeyler geliyordu. Aklına mukayyet olmalıydı. Bir susturabilse idi iç sesini. Hayatı kaçırılmış fırsatlarla doluydu, eş-dost çocukları başarıdan başarıya koşarken annesi için üzülüyordu annesinin övüneceği biri olamamıştı, bir arkadaşı X partisine çağırmıştı, partiye de girmedi, şiir yazmasını da beceremezdi, feminist bile sayılmaz; o bir arabanın arkasında kendisiyle hesaplaşıyordu.

Üzgünüm anne, tüm emeklerini boşa çıkardığım için, kendi kendime yenildiğim için, kurumuş bir ağaç gibi yıllarım üstüme devrildi hayatım bir enkazdan ibaretmiş meğer, diye düşündü.

Sanki birileri ondan (kadından demek istiyorum, burada kahramanımız kadın ama bu onu bilmiyor) hesap soruyordu: Neden sürekli kendimi düşünüyorum ki ben? Çünkü benimle ilgilenen bir insan bile yok bu yüzden kendimi düşünmek zorundayım, kendime dayanmak kendime katlanmak mecburiyetindeyim.

Hiç yorum yok: