5 Mayıs 2011 Perşembe



Belki bu bloga yazmaya başladığım günden beri ilk defa açıklama yapma gereği duydum. Açıklama yapmayı sevmem de. Genellikle pek işe yaramaz. O yüzden bu yazıyı yazmayı canım hiç istemiyor. Ama bazen canımızın istemediği şeyleri yapmakta fayda vardır.


Karamsar iç karartıcı yazılar yazıyorum çoğu zaman evet bu doğru. Kişisel mutsuzluğumdan kaynaklı bir durum olsa gerek. Ne yazık ki ailevi huzursuzluklar nedeniyle böyle yazdığım düşünülüyor ki; işte tam da bu noktada açıklama yapma gereğini hissediyorum. Bunun kısmen yanlış olduğunu vurgulamak zorundayım. Doğal olarak aile yaşantımız, evliliğimiz, anne ve babamız ile olan ilişkilerimiz,arkadaşlarımız hatta okullarda öğretmenlerimiz, hocalarımızla olan ilişkilerimiz tüm yaşantımızı, psikolojimizi etkiler. Bu yüzden biraz hayatla kendimle dalga geçmeyi severim. Gülmeyi güldürmeyi severim. Çünkü zaten hayat gerçekten can sıkıcıdır çoğu zaman. Kimsenin enerjisini bir sünger gibi çekip bitirmek istemem. Yazmak başka bir şey. Yazarken komik olmak gibi güldürmek gibi bir amacım yok. Hüznü yazmayı seviyorum ve tercih ediyorum.


Dün "Çarklar kimin için çalıyor?" başlığında bir yazı yazdım. Pek iyi sayılmaz. Peki bu yazıyı niye yazdım? Ailevi sorunlarım olduğu için mi? Hayır. "Hayata Dönüş" operasyonunda , Bayrampaşa'da yakılan kadınların anılarından etkilendim desem. Peki biraz daha geriye gideyim. 80 darbesinde annemin kucağında bebekmişim. Yani türünün son örneklerinden biriyim ben de. Çocukluğum tek kanallı siyah beyaz televizyon dönemine denk geliyor. Her kapanışta rap rap yürüyen askerlerden ölesiye korkuyorum. Sanırım iki üç yaşlarındayım. Her kapanışta babamın arkasına saklanıyorum. Asker korkum okula başlayana kadar devam ediyor. Şimdi antimilitarist oluşuma şaşırmamak gerek. Özet geçeyim. Lisede sadece düşüncelerinden dolayı- burada duralım adam öldürmemiş, hırsızlık yapmamış, hiç kimseye hiç bir kuruma zarar vermemiş insanlardan bahsediyoruz- yaşıtlarım hapishaneye tıkılıyor. Senelerce yargılanıyorlar. Eğitim hayatları bitiyor, gençlikleri harcanıyor. Sırf düşüncelerini açıkladıkları için. Sistem tek tip ideolojiden yana olduğu için farklı düşünenleri çarkın içine dişlilerinin arasına alıyor kaçamıyorsun. Bu arada sen liseyi bitiriyorsun, üniversite bitiyor. Evleniyorsun. Ama yargı bir insan ömrü için öyle yavaş işliyor ki isyan ediyorsun. İsmail Beşikçi çok saygı duyduğum ve bir o kadar sevdiğim bir düşünce adamıdır. 17 yılı kitaplarından dolayı zindanlarda geçiyor. Akıl sağlığını yitirmeden yola devam ediyor. Çünkü kolay değildir hapishane koşulları, işkenceden bahsetmiyorum bile. İsmail Beşikçi buna rağmen yazmaya devam ediyor. Doğal olarak günümüzde bile yargılanıyor. Sistem peşini bırakmıyor. Bazı şeyler var ki hiç değişmiyor. Bu arada ömür bitiyor. İçin acıyor, sussan olmuyor, konuşsan fayda etmiyor. Ama içimden bir ses hüznünü yaz diyor çünkü ancak hüzün yazılmaya değerdir. İçini dök kelimelere anlaşılmasan anlamasalar bile.


"Mevcut haliyle 125 cm boyunda , ileri derece yanma nedeniyle yaşı tefrik edilemeyen, alt kısımları olmayan kadın cesedinde , yüzün olmadığı, beynin pişmiş ve küçülmüş olduğu görüldü." (Otopsi raporu)

5 yorum:

Aslısın dedi ki...

İnsan yazıyorsa bazen olmayanı da yazabilir ama okunuyorsan mutlaka yorumlar da alıyorsun. Bu nedenle ben de çoğu kez ailemden bile sitem duyuoprum yazdıklarım hakkında. Üzülüyorum, kendimi zorluyorum farklı şeyler yazmaya. Ama o zaman ben mutsuz oluyorum yazdıklarımdan.

Bence içinden her ne geliyorsa açıklamasız yaz. Çünkü çok güzel yazıyorsun, açıklama yapmana gerçekten gerek olmamalı ve özgürce yazmaya devam etmelisin, naçizane yorumum budur.

lijepa djevojkaa dedi ki...

Çok uzun zaman herhangi bir açıklama yazısı yazacağımı zannetmiyorum. Elbet yazamaya devam. Her zaman dediğim gibi: insanlar ne der erkekler ne düşünür diye düşünmeden yazmaya devam, ayrıca cesaret verici sözlerin için teşekkürler, yazılarımı güzel bulmuşsun bu senin iyi yürekli kalbindendir.

Ebru dedi ki...

En çok mektuplarda yargılanıyorum ben de maillerle özellikle de. Kocamı aldattığımı başka birine aşık olduğumu düşünen de var:)Varsın olsun.
Ah o annenin kucağında olduğun yıllar yok mu?Yaşamın en diri olduğu anda ölümden korkmayı öğrendik:( Özlemeyi, beklemeyi.

Çok güzel yazıyorsun herşeye rağmen devam etmeli.
Bir defasında eşimle kavga ettim ben. Bloguma girmesini yasakladım. yazdıklarımız nelerden süzülüp geliyor. Sadece o an o ev çevremizdeki insanlardan ibaret değil.

Adsız dedi ki...

Cok ilginc bu konu? Kadinin uretimi (entellektuel ya da duygusal yaraticiliga dayali) ne tur filitrelere tabii tutulduguna dair onemli bir konu. Ozgurlukleri bunca sinirliyken kadin sayisinin belli alanlarda neden ne denli dusuk oldugunu acikliyor... Niye sair kadin yok? Nasil olsun? Dusunsenize Cemal Sureya'nin yazdigini yazarsa o kadinin adi saire degil oruspuya cikar...

verbumnonfacta dedi ki...

bütün bunlar, bloga yüklenen günlük yakıştırmasının bir sonucu olarak 'yazan' ile 'yazar'ı karıştırma hatası.
asıl şaşırtıcı olan, bu açıklama yazısı. oysa hayat, kafanıza göre takılmanız gerektiğini size çoktan öğretmiş olmalıydı.