30 Haziran 2011 Perşembe

İçimdeki Yabancı



Onlar gibisin,başkaları gibi; bir takım insanlar diyelim biz onlara ve ne kadar kolaydır bir takım insan olabilmek, sen bilmezsin. Hem nereden bileceksin, Allah bilir hiç sevmemiş bu yüzden üzülmemişsindir. Sonbahar yaprakları gibidir benim hüznüm süpürsem bile her rüzgarda yeniden dökülüyor kurumuş yapraklar.

Ne zaman baksam sana doğru hüznün değişen yüzüsün sen.

Ama sen de haklısın bu düşünceyle bir yere varılmaz. Üstelik düşünmek değil bu kendini üzmek.


Akşam haberlerini izlerken yemeklerini yemek için evine yetişmeye çalışan yorgun yüzlü insanlar. Eve dönüyorlar. Çalışmaktan yorulmuş ve her akşam sıkılmıyorlar televizyon izlemekten. Onları izliyorum, bu kadar insan nereye gider nereden gelir? Bilinmez.


Ve bir takım insanlar hatalarını ararlar seni yargılamak için; bir gün bir yerde kullanmak üzere yanlışlarını saklarlar, biriktirirler; kılık kıyafetinden, saçından tırnağına, işinden gücüne kadar dedikodu yapmaktan çekinmezler.

Sen onlar gibi, bir takım insanlardan olma.

O kadar kolay değil hatasız yaşamak.


-Kiminle konuşuyorsun sen?

-Hiç. İçimdeki yabancıyla.

28 Haziran 2011 Salı

Ve sana yalanlar anlatacağım Lijepa, bir çocuk gibi inanırsın şimdi sen bana...

Kendimle aramda mesafeler var, mesafeleri aşmam gerek Lijepa. Bana yardım etmelisin.
Ah keşke sana mektup yazabilseydim, içimde biriken öyle çok şey var. İnsan en iyi mektubu kendine yazar belki de. Sevmek hiç bilmediğin bir kente yolculuğa çıkmak gibidir; o yabancı kente varmak için önce kendinden gitmelisin, tanıdık bildik kentinden geçmelisin. Ve bir mektup gönderecek bir "sen" bile kalmaz kimi zaman geriye.

Vatan sevgisinden farklı değildi bizim sevgilerimiz. Nasıl vazgeçilmiyorsa vatandan, işte öyle.

Özdemir Asaf'a göre günün en güzel saatleri bunlar. "Üşüyorsun ceketini al" diyen biri hiç olmadı bugüne kadar. Kadın erkek eşitliğini bu kadar şiddetli savunmaktandır belki.

Aradığım şey dilimin ucunda bir kelime kadar yakın ve buldukça yitirdiğimdir; inanılmaz.

Sana samimi davranan herkese inanıyorsun Lijepa, bu kadar kolay işte seni kandırmaları.

Başımı koyup dinleneceğim bir omuz bile yok artık. Ve bilmelisin ki bu bir sorun değildir.

Belli bir yaştan sonra hayat daha önce okuduğun bir kitabı yeniden okumak gibi sonunu çok iyi bildiğin...Ben bu filmi daha önce izlemiştim hissi veriyor bir vakitten sonra yaşamak.
Masamın üzerine saçılmış kelimelerim en az düşüncelerim kadar karmaşık . Toplayamıyorum kafamı, kendimden gittiğim günden beri.

23 Haziran 2011 Perşembe

Ucuz Roman

Geceydi, sessizdi. Kimseler yokken herkes uyurken benim uykum kaçmıştı. Uykumu kaçıran düşünceler vardı keşke uykum düşüncelerimi kaçırsaydı.
Yapacak bir şey vardı: hiçbir şey yapmamak bir sigara daha yakmaktan başka. Bir sigara daha yakmak ağızda kötü bir tat bırakmaktan başka bir işe yaramıyordu oysa. Öyleyse neden içiyordum? Kendime kötülük yapmak istiyordum, sırf başkasına yapamadığım için gücüm kendime yetiyordu.
Sonradan duyuyordum arkamdan konuşuyorlardı belki kıskanıyorlardı çünkü beni mutlu sanıyorlardı. Mutlu gözüktüğüm doğru. Çünkü sorunlarımdan bahsetmekten hoşlanmıyordum, anlatmıyordum içime atıyordum. Hayatla ve kendimle dalga geçiyordum başka türlü bir ömür nasıl geçer? Belki beni güzel bile buluyorlardı. Aynaya baktığımda saçlarımın dalgalı olması bile beni sinir ediyordu dümdüz ya da kıvırcık olmasını tercih ederdim ama ikisi de değildi. Miyoptum gözlükle bir insan ne kadar güzel görünebilir ki? Neden lens takmadığımı merak ediyorlardı. Onlara gözlüklerime mantığı olmayan bir şekilde bağlı olduğumu nasıl izah edebilirdim ki? Kendimle bu kadar ilgili olduğum için kendime kızıyordum; kendime kızıyor olurken bile aslında gene kendimle ilgili bir şey yapıyordum bu kısır döngüden uzaklaşmak beni uzaklaştıracak bir şey arıyordum, kitaplara sığınıyordum.
Onlara bir kötülük yapamadığım için kendime yapıyordum. Günde on bin fincan kahve içerek ya da on bin paket sigara içerek kendimi öldürmeyi planlıyordum lakin böyle bir şeyi beceremeyeceğimden dolayı bunu yavaş yavaş yapabilirdim. Her gün tükenerek çünkü her nefes ömrümüzden eksiltiyordu her nefeste azalıyordum sanki.
Daha geçenlerde dikkatsizliğimden ezilme tehlikesi atlatmıştım. Ölümle burun burunayken bile yaşamak için nedenler buluyorsun. Yaşama bağlayan şeyler var; yaşamdan koparan şeyler oldu kadar.
Ucuz bir roman gibiyim. Beni tanımlayacak kelimeler beni tanımlayan cümleler yok bu romanın içinde. Anlatmak istesem bile anlatılmıyor anlatamıyorum sırf bu yüzden anlaşılmıyor anlaşamıyorum.

21 Haziran 2011 Salı

Yaşama Savaşı

Alışıyordum. Hayat bir romanı orta yerinden okumaya başlamak gibiydi başında neler yazdığını bilmiyordum, kaçırmıştım yaşamaya başlamak için gene geç kalmıştım; sonunu ise zaten bilemezsin bilmek de istemezsin. Bir öğrenci gibiydim, üstelik okurken kaldığım yeri şaşırıyordum. Sık sık hata yapmam bu yüzdendi. Okuduklarımı sık sık unutuyordum, hayat için iyi bir öğrenci sayılmazdım. Bir de düşünmeyi öğrenmeliydim. Düşünmem gereken çok şey vardı.
Bu süre zarfında ne zaman televizyonu açsam aydınlarımız halkın cahil olduğundan bahsediyorlardı. Yılan hikayesine dönen bir mesele; üstünde fazla durmadım, yalnız halkım için üzüldüm aydınlarımızı tanımıyorlardı yıllardır aynı insanları aydın olarak biliyorlardı. Ben de bir ara dalmışım kendimi aydın kategorisine koymuşum oysa halkın içindeydim halktan biriydim. Yoksa ben de mi cahildim? Ey aydın kişilik beni neden cahil bırakıyorsun? Yoksa sen de mi düşünemiyorsun? Aydınlarla ortak bir yönüm olmasına çok sevindim. Giderek aydınlaşıyordum. Geriye dönüp bakıyordum çözümleme bile yapıyordum benimkisi daha çok ruh çözümlemesiydi ama olsun zararı yoktu. Ülke yeni seçimden çıkmıştı bu kadar yaygara kopsundu. Sen de yeni savaştan çıkmıştın. Boşver ülkeyi şimdi hem kendini koskoca Türkiye ile mi kıyaslıyorsun. Adama deli derler. Arkandan gülerler.
Evet savaşamadan yenilmiştim, yorgundum, korkağın tekiydim.
Kaçıyorsun. Kendinden kaçarken aptalca bir hayat kuruyorsun o hayatın içinde kendini arıyorsun, bulamıyorsun. Yıllar geçiyor artık aile olmak istiyorsun, kendin bile olamazken nasıl aile olursun, hiç düşündün mü? Düşünmeyi bile bilmezsin sen. Bir öğrensem ne güzel düşünürdüm.
Kitaplar alıyorsun çoğunu sonuna kadar okuyamıyorsun, her işin yarım. Bir şeyi de sonuna kadar yapmayı öğrensen artık. Yarım kalan herşey için üzüldüm. Bu yüzden hayatım parça parçaydı çok istesem de bir bütün olamazdı artık.


17 Haziran 2011 Cuma

Paradoks

Lidere ihtiyaç duymayan bir ülke gibiyim aslına bakarsanız. Bir kahramana ihtiyacım yok. Niye olsun ki? Zaten herkes kendi hikayesinin, kendi hayatının kahramanı değil mi?

Bulduğun anda kaybedeceğini bildiğin bir şey, garip bir duygu işte gene tüm benliğimi ele geçiriyor. Hiçbir yere çıkmaz bu düşünce. Gece kafana doluşan düşünceler sabahın ışıklarıyla beraber ışığı gördüğü anda kaçışan hamamböcekleri misali seni birer birer terkediyor.

Sen koskoca evreni içinde taşırsın da evren bir seni taşıyamaz, bir sen ağır gelirsin. Ama sen kendi kendini mahvettin. Şimdi evreni suçlama. Ne yaptıysan kendine yaptın. Bir romanın kahramanı bile olamadın, henüz tamamlanmamış eksik, yarım bir hikaye seninkisi. Ve başkalarını düşünmekten, başkalarına üzülmekten kendime hiç acımadım; bir yerde kendime haksızlık ettiğimi düşünüyorum. Ve birtakım insanlar yüzünden kendime olan özgüvenimi kaybettim. Ama o bir takım insanlar hep olacak biliyorsun değil mi? Evet, biliyorum.
Bir takım insanlar, başkalarının mutsuzluklarından beslenenler, hatalarınızı arıyanlar ortaya bulup çıkarırlar çünkü senin eksikliklerinden, mutsuzluklarından besleniyorlar durup dinlenmeden kanını emen bir vampir misali...

Dünya almış başını gidiyor, insanlar bilmem nasıl ayak uyduruyor bu hızlı değişime, bu korkutan teknolojiye. Bir arkadaşım işyerinde sorunlar yaşıyor ve soruyor: odama dinleme cihazı koymuş olabilirler mi? Olabilir ama boşver zaten izlenmiyor muyuz?, diyorum.

Hayır hiçbir şey anlamıyorum. Anlamasam da olur, değil mi?

11 Haziran 2011 Cumartesi

Kurtarılmayı Beklerken




Kurtarılmayı bekliyorum.


Anlatılmayan, söylenmeyen, paylaşılmayan, beyninin kıvrımlarında dolaşan, uykularını kaçıran, peşini bırakmayan, huzursuz bir düşünce benimkisi.


Tam da: işte mutlululk budur, derken... Kendimi sadece bedenen değil zihnen bile hazırlamıştım mutluluğa ve çok yakındım; şimdi bir bakış, bir kelime, bir davranış bile beni çok uzaklara atabiliyor.


Eski gücüm yok, henüz neyin savaşını verdiğimizi bile bilmiyorum, hazırlıksız yakalanıyorum. Şimdi gitsem bile farketmez, kurtulamam kendimden.


Seni senden çalıyorlar, parça parça alıyorlar, seni kendine bırakmıyorlar. Şimdi karşımda sadece en sevdiğim insan değil koskoca bir toplum var. Kainat içinde bir zerrecik kadar yer kaplamazken senden topluma faydalı olmanı bekliyorlar, seni yargılıyorlar. Nereye gitsen peşindeler, seni sana bırakmazlar.


Yaşamak bazen adını bimediğin hüzünlü bir melodi gibi. Beynimin içinde çalıp duruyor.


Sizlere benzemediğim için yargıladınız, beni kendinize benzetmeye çalıştınız. Şimdi ne kendim ne de bir başkası olabildim.


Hiçbir şey söylemek istemiyorum.


Hiçbir yerde olmak istemiyorum.


Yazmak bile beni kurtaramaz biliyorum.

10 Haziran 2011 Cuma

Hayatın Bekleme Salonu







Hayat bekleme salonlarına benzer bazı zamanlar. Koşmaktan yorulan bizler için. Yaşamak kimi zaman yorucudur, insan bazen durup dinlenmek, beklemek ister. Soyunurken, giyinirken, camdan dışarı bakarken, sürekli bir akışın içinde dışarıdan gelen sesleri duyumsuyorken bile yoruluyorsun ve merak ederken bu kadar insan ne yapar, ne düşünür, nereye gider, nereden gelir, neye üzülür, neye sevinir?..bu kadar çok ortak acılarımız, sevinçlerimiz, hüzünlerimiz, umutlarımız varken bekleme salonunda dinlenmeye ne çok ihtiyaç duyarız.



Erken vazgeçenlerdendik. Yani benim neslimin böyle olduğunu düşünüyorum. Tüketim çağındaydık sadece tüketmiyor tükeniyorduk. Neyin yarışını yapıyorduk ezberlediğimiz bilgilerle dakikada kaç soru çözdüğümüzü hesaplarken?



Erken kaybediyorduk. Daha bulamadan, heves etmeden, kursağımızda kalıyordu, burnumuzdan geliyordu Anadolu'daki güzel insanların deyimiyle annemizden emdiğimiz süt bile.



Kullanıldıkça anlamını yitiren sözcüklerle doluydu belleğimiz. Ve anlamını yitirdikçe yalnızlığımız artıyordu çünkü artık kimse ne dediğimizi anlamıyordu. Şimdi geriye sadece yazmak kalıyor.



Yazmak dışında bir şey gelmiyor elimizden!

Boşvermişim Gelmişine Geçmişine

İnanmak istedim herkesten önce kendime. Bilmek istedim benim için neyin doğru neyin yanlış olduğuna... Ama bazı kavramları algılamak biz insanlar için her zaman mümkün görünmüyor.
Dünyaya gelmiş hemen her insanın bir takım problemleri vardır. Önemli olan bu problemlere bakış açımız; sanırım bir çoğumuzun problemleri de birbirine benzer.
Tükenmişlik duygusu, anlaşılmamak, kısıtlanmak(bilhassa toplum baskısı), gelecek kaygısı, sevildiğini hissedememek, boşluğa düşmek, ilgisizlik.

Etrafımızda mutlaka güzel kadınlar yakışıklı erkekler vardır en azından sokakta rastlarız kimi zaman davetkar sözler ve bakışlarla karşılaşırız ama isteriz ki aşk ve seks bir arada olsun. Burada hormonlarımızdan bahsetmiyorum bile. Onlar yani hormonlarımız olmasaydı dünya daha kolay ya da anlaşılır olabilirdi tersi de mümkün. Düşünün insan olmanın zorluğunu bence hiç kolay değil.

Bazen de insan hiç istemediği halde kötü kararlar alabilir hayatıyla ilgili ve bu çoğunlukla genç yaşlarında olur. Hayatımın ilk gençlik yıllarında değilim, gençliğimin ortasındayım. Hiçbir kararımdan pişmanlık duymadım. Keşkelerim oldu. Kesin konuşmak istemem evet pişmanlıklarım da oldu hem de bir değil birden çok. Keşke hayatıma girmesine izin vermeseydim dediğim arkadaşlarım oldu. Keşke başka bir meslek seçseydim dediğim oldu bunu hangimiz söylemedik ki sanki.

Bazen yenildiğimizi, çaresiz kaldığımızı hissederiz ama yaşam devam eder. Bu yüzdendir hemen her şeye anlam katma çabalarımız. Çünkü bir anlamı olmalı yaşantımızın. Bazı şeyler ayrılıklar, birliktelikler, evlilikler, boşanmalar; yaşanması gerekiyordur. Yaşanması gerektiği içindir. O yüzden artık yaşadığım her ne olursa benimdir benim olduğu için özeldir. Ne gerek fazladan anlam yüklemelere? Size acı bile verse önemli değil, demeyi deneyin. "Önemli değil" demek bile ne kadar iyi geliyor bünyeye. Aslında öyle değildir; önemlidir belki her şeyden önemli ama biraz da boşvermek gerekmez mi gelmişine geçmişine.



8 Haziran 2011 Çarşamba

Toplumun Bir Üyesinden Düşünceler:

Dayatıyorlar. Seni iyi bir insan yapmaya çalışıyorlar, okullarında, hastanelerinde, hapishanelerinde , işyerlerinde, evlerinde...Madem bu kadar iyi olmamız için çalışıyorlar neden bu kadar çok kötü insan var dünyada?

Bankalar açıyorlar, hem de her yerde; madem bu kadar para var söyleyin hala neden fakirler var?

Daha iyi okullarda okumak, daha iyi evlerde oturmak, daha iyi arabalara binmek, daha çok kazanmak, daha iyi kariyer yapmak seni iyi insan yapmaz.
Bir kadın olmaya çalışmıyorum, yüzde elli kadın, yüzde elli erkek ama yüzde yüz insan olabilsem bu yeter bana.

Ben toplumun bir üyesi olmak istemiyorum; birey olmak, kendim olmak istiyorum. Neden beni her yerde çoğunluğun içine katmaya çalıştınız?..varsa bir amacım budur benim savaşım.

7 Haziran 2011 Salı

Keşke

Belki bir gün lazım olur diye atmaya kıyamadığım eşyalarla dolmuş bir oda gibi beynimin içi.
Ve şimdi ben tüm bildiklerimi unutmak istiyorum. Yeniden güvenmek istiyorum insanlara. Yeniden başlamak istiyorum yaşamaya. Yeniden sevmek, daha önce görmeyi çok istediğim bir şehri gezer gibi heyecanlanmak istiyorum. Herkes koşarken ben duruyorum, acelem yok çoktan gençliğimin yarısına geldim. Ve tam da bu noktada bıktığımı hissediyorum kendimden, durup dinlenmeden kendimi suçlayan benliğimden.
Huzurluyken bile sanki başkaları daha mutluymuş gibi geliyor. O başkaları hep senden daha başarılı, daha mutlu, daha çok şey biliyor. Küçükken babama ne sorsam cevabını biliyor olsa dahi oku öğren derdi. Ama hayat kitaplardan öğrenilmiyor. Ben de yaşa öğren, diyorum kendime. Ve kendime rağmen seviyorum sevgiyi bile.
Elime bir kitap geçiyor: "Çağdaş İngiliz Edebiyatı Öykü Seçkisi".
İlk okuduğum hikaye bir kadının her zaman çok anlayışlı olmasını öğütlüyor. Bunu başarabilir miyim? Anlaşılmadan anlayışlı olabilir miyim? Bilmiyorum ben de.
Yaşamak bir rüya gibi. Rüyanın en güzel yerinde uyanıyorum sanki. Keşke hiç uyanmasaydım, keşke yeniden doğsaydım, keşke bu yazı burada bitseydi...

3 Haziran 2011 Cuma

Karşılıklı Bağımlılık


Ben makine değilim; bu yüzden hem sevmeye hem de sevilmeye ihtiyacım var. Okurken, uyurken, bakarken, yürürken, dinlerken, konuşurken, ağlarken, gülerken, çalışırken, dinlenirken hep ihtiyaç duyduğumuz şey bu değil mi? Sevgi.
Bir erkeğin seni mutlu etmesini beklemenin hem bencillik hem de saçma olduğu şu yaşımda öğrenmiş bulunmaktayım.
İçimdeki duygularımı tam olarak anlatmanın imkanı yok. Kelimeler duyguları olduğu gibi aktarmakta yetersiz kalabiliyor kimi zaman. Bu yazıyı bitirip yeniden okuduğumda, bu cümleleri ben mi kurdum diyerek kendimden tiksineceğim muhtemelen. İyi ki yazılarımı beni yargılamadan okuyan bir kaç iyi dost var. Bir kadın olarak onların anlayışılarından cesaret aldığımı itiraf etmeliyim. Takdir edersiniz ki bizim toplumumuzda kadının duygularından bahsetmesi pek hoş karşılanmaz. En hümanist olanlarımız bile bu konuda beni hayal kırıklığına uğratabiliyor.
Sitem etmeden, ahkam kesmeden, nasihat etmeden, ahlak dersi vermeden anlatmak istediklerimi anlatabilir miyim? Açıkçası ben de bu konuda kendime pek güvenmediğimi itiraf etmek isterim.

"Birisinin vazgeçilmezi olmaya fena halde ihtiyacım var." diye yazmıştım bir yerde. Kimbilir hangi ruh halindeyken yazmışım şimdi düşününce. Bir kaç dostum bu söz üzerine birlik etmişçesine birinin vazgeçilmezi olmaktan çok vazgeçilmezimizi bulmak isteriz şeklinde karşılık vermişler bu cümleme. Acaba erkekler vazgeçilmez kadını bulmak; kadınlar da bir erkeğin vazgeçilmezi mi olmak istiyorlar? Bilmiyorum ama genellemelerden nefret ettiğimden ve bu da bir genelleme olduğundan hızla uzaklaştım bu düşüncemden.

Çok genç yaşımda vazgeçilmezimi buldum. Bu kadar rahat yazabiliyorum çünkü gerçekten benim için vazgeçilmez biriydi, başka bir erkek düşünmek istesem dahi benim için imkansızdı.
Birini hayatınızın vazgeçilmezi yapmak aslında karşınızda bulunan kişi için ağır bir yük olduğunu o yaşlarda anlamam pek zordu. Biraz bencil davrandım. Onun yanımda olması, hayatımın merkezimde bulunması benim için yeterliydi. Ama böyle olmazdı. "Karşılıklı bağımlılık" olmadan yaşanan her şey zamanla acı veriyor insana. Şimdi geçmişe dönüp baktığımda benim de bir çok hata yaptığımı fark ettim. Özgürlüğüne düşkün biri vazgeçilmeziniz ise zamanla bu kişi sizin dünyanınızın tutsağı olmak istemeyecek bu yüzden o hep gitmek isteyecek siz de hep kalmasını isteyeceksiniz; zamanla böyle bir kısırdöngü içinde buluyor insan kendisini.

Karşılıklı bir bağımlılık sözkonusu değilse araya şehirler, nehirler, denizler, yollar, yabancı insanlar yani başkaları ve günler, aylar, yıllar girer. En zoru da sanırım sizin vazgeçilmezim dediğiniz kişiden beklediğiniz ilgiyi onun başkalarına göstermesidir ki dayanılması çok zordur. Şimdi benim duygularımı bu kadar rahat yazdığıma bakmayın çünkü çoktan vazgeçtim.
Vazgeçmek demek unutmak anlamına gelmez. Ama böylece daha sağlıklı düşünen bir insan haline geliyorsunuz ki bu durumdan çok memnun olduğumu belirtmek isterim.
Birinin vazgeçilmezi olmak istiyorsanız o insan da sizi vazgeçilmezi yapmadığı; karşılıklı bir bağımlılık sözkonusu olmadığında bu durum insana acı vermekten başka bir işe yaramıyor. En azından şahsım adına böyle düşünüyorum.

Siz onsuz yaşamayacağınızı düşünürken onun siz pamuk ipliğiyle bağlanması ve bu sevginin inceldiği yerden kopması hayatın hüznüdür biz fanilere bir oyunudur. Yapacak hiç bir şey yoktur. İki ucu keskin bıçak. Hatta burada kibarlığı bir yana bırakıp iki ucu boklu değnek demek daha uygun olur.

"Birbirini tamamlamak üzere varolanlar
Birbirini tamamlayamıyor
Kendime dökülüyorum, içime."
Birhan Keskin

1 Haziran 2011 Çarşamba

İçimdeki Ego



Herkes her boku biliyordu ve ben hiçbir şey bilmiyordum. Bu yüzden kendimi eksik hissediyordum. Herkesin herşey hakkında bir fikri vardı ve bu bile korkunç bir şeydi. Oysa ne güzeldir "hiçbir fikrim yok" diyebilmek. Sanki tanıdığım tüm insanlar benden daha zeki, benden daha başarılı, benden daha masummuş gibi geliyordu. Belki annem ve babam beni dünyaya hiç getirmemeliydi.


İçimde anlatamadığım şeyler var; sanki tüm günahları ben işlemişim gibi. Yanacağız sonsuz bir ateşin içinde. Sonsuzluk kavramını bile beyin algılayamıyor. Hiç bitmeyecek sonu olmayan bir cehennem ateşi hiç sönmez çünkü sonsuzdur. Küçükken annem bu konular hakkında çok düşünenlerin delirdiğini söylerdi. Delirmemek için düşünmemek gerekirdi. Peki ya zaten deliysek?


Hayatımızı değiştirecek kişilerin değerini bilemeden yanıbaşımızdan gelip gittiler. Ve sevdiğim tüm yazarlar ya ölmüş ya da intihar etmiş. Bu kadar yalnız olmayı, anlaşılmamayı hayatın onca saçmalığını elbet haketmiyordum.


Sesimin duyulmasını istiyorum. Anlaşılmak istiyorum. Sevilmek istiyorum. Birinin vazgeçilmezi olmaya fena halde ihtiyacım var. Bana bağımlı benim de bağımlı olacağım hastalıklı bir şeye...