30 Aralık 2011 Cuma

Lijepa'nın Dünyası

Seni görmeliyim, konuşmalıyız. Sana anlatmam lazım, beni anlamalısın.
Sen sokaktan öylesine gelip geçenlerden olma, farklı biri ol sen geçerken benim kalbim dursun.
Oysa sen bir hayal olarak kalmalısın bunu bilirim.
Gerçeğin can sıkıcısı dünyası bize göre değil.
Yine de sana söylemem gereken şeyler var, bu yıl çok yaşlandım.
Yıllar geçiyor, yıllara niye geçtiği asla sorulmaz.
İnsanlardan kaçmak için yine kitaplara sığındım.
Her şey yazılmaz, yazılsa anlamını kaybeder yazmadığım çok şey var.
Sen karşıma çıkıp bir cümle söylemeliydin beni güldürmeliydin, gülmeye ne çok ihtiyacım vardı. İnsan tek başınayken ağlayabilir ama tek başına gülmenin hiç bir anlamı olmuyor.
Sana anlatmam gereken şeyler var: Babamı özledim. Ben ne zaman babamı özlesem küçük bir kız olur yüreğim.
İnsanlar beni mutsuz sanıyor oysa huzurluyum bu mutluluktan daha önemli bilmiyorlar.
Kalbim arsız bir çocuk gibi yaşadığı her şeyi anlatmak istiyordu. Bir anlatsam kötü bir şiir olurdu sırf bu yüzden sustum. Çünkü şiir yazamayanlar oturur roman yazarlar. Ben şimdi kendi hayatımın romanını yazmakla meşgulüm.

Bu yazı 2011 yılının son yazısı, burası Lijepa'nın dünyası, dünyama hoşgeldin.

29 Aralık 2011 Perşembe

Bugünlerde yazmıyorum. Yazmadığıma bakılırsa mutlu olmalıyım. Kafka beni görse yalnızlık çekmezdi ama Kafka'nın gözleri Milena'dan başkasını görmezdi.
Yazılmayanı, okunmayanı, açıklanmayanı, yaşanmayanı, yaşayamadıklarımızı, yarım kalan her şeyimizi, erken kaybettiklerimizi, anılarımızı, bizi gülümseten herhangi bir şeyi şapşal bir kediyi mesela, ayrılık acısı gibi bizi ağlatan şeyleri yazmak peşindeyim.
O kadar çok anlattım ki; insan anlaşılmadığını fark ettiği zaman anlatmaktan yoruluyor. Bazen olur, yaşam yorar. Onun için müzik, kitap, resim, sinema, tiyatro hepsi insan için. Bazen şarkılar çok sevdiğin bir dostla karşılaşmak gibi bir etki bırakabiliyor insan bedeninde. Bir kitap unutmak için en iyi afyondur mesela.
Kendimi yanlış bir hikayenin içine koymuşum, yanlış şehirlerde yanlış insanlarla yaşamışım.
Gidemedim ama kalamıyorum da; bedenim olduğu yerde dursa da ruhum sanki geziyor bu şehrin dağını, tepesini, rüzgarla arkadaş oluyor, yağmurla konuşuyor.
Siz bilmezsiniz bedenim tutsak, ruhum özgür benim.

26 Aralık 2011 Pazartesi

Ucuz Parfüm Kokusu

Kendimi kimi zaman ucuz hissettiğimi inkar edemem. Ucuz parfüm kokusu gibi; fazla para vermemiş olmanın rahatlığı ama kokunun verdiği rahatsızlıkla birleşir. Kimi zaman kayıp bir çocuğun tedirginliğini yaşıyorum. Bugün de öyle günlerimden bir tanesini yaşıyorum. Bazen olur.

Belki bizi yanlış yönlendirdiler. Yanlış meslekleri seçtirdiler, yanlış insanlarla arkadaş olduk, yanlış şehirlerde yaşadık. Bu işte bir yanlışlık vardı, çözemedik. Ben şikayet etmem bu işe.

Kendimizi anlatmaya çalışırken, kendimizi tanıtmak isterken yanlış kelimeleri seçmiş olmamız da mümkün. Zaten ben kelimelerin altında ezilmişimdir her zaman. Oysa bazı kelimeleri bile hak etmedik.
İnsanlar birbirlerini suçlamaya bayılırlar. Bunu öğrendiğim günden bu yana hakkımda bir suçlama duyduğumda duymamazlıktan geliyorum, suçlayanı görmemezlikten geliyorum zaten ben yaşamamazlıktan geliyorum. Yaşamak bu değil, dünyaya birbirimizi suçlamak için gelmedik.

Valla bu saatten sonra dünya başıma yıkılsa kılımı kıpırdatmam canım insanlar.
Belki bir mektup yazarım, göndermem.
Yılbaşı akşamı televizyon izlerim, dışarıya çıkmam. Belki yeni yıla da girmem.
Bitiremediğim kitapları okurum ama bitmesine izin vermem.
Mükemmelliyetçi birini severim ama mükemmel olmam.
Yıkanmamış çamaşırları yıkarım, kurumadığından şikayet etmem.
Yarın ne pişireceğime karar veririm, belki pişirmem.
Beni sevsinler isterim ama kendimi sevdirmem.

23 Aralık 2011 Cuma

Yaşamak Uçurumun Kenarından Yürümek Gibi

Alnının teriyle çalışıyorsun, bir yaşam kuruyorsun kendine.
Alınteriyle para kazanan insan dünyanın en soylu insanıdır. İşte tüm bu yorucu belki sıkıcı gayretlerin ödülüdür, çalmadan çırpmadan, başkasının sırtından geçinmeden kazanılan yaşam en değerli yaşamdır.
Bazılarımız çok kazanır, bazılarımız yaşamını devam ettirecek kadar kazanır yalnızca. Zenginiyle, gezginiyle , yoksuluyla, sarhoşuyla, kavgacısı, savaşçısıyla, yönetenleri, ezilmişleriyle hayat çerçevelenmiş bir tablodur.
İşte ben bu tablonun neresindeyim? Hemen söyleyeyim arada kalmışım. Bazılarımız kendisine verilen rolleri şaşırır. Sırf bu yüzden güneş altında ter döken, ister çiftçi olsun ister inşaat işçisi isterse bir şoför olsun kızgın güneşin altında, inanın bizim kitaplardan öğrendiklerimizden daha çok şey biliyorlar hayat hakkında.
Söylemiştim arada kalmışım diye. Sürekli sorgulamak, sorular sormak bir yere ait olamamak benim gibilerin, arada kalmışların kara yazgısıdır.
Üzgün değilim öfkeliyim bazen.
Hırslarımız, öfkelerimiz yüzünden hayatı hırpaladık kötüye kullandık kimi zaman. Ve isteklerimiz gerçekleşmediği zaman öfkelendik, üzüldük.
Yaşamak bir uçurumun kenarından yürümek gibi içimizde hep bir düşme korkusu, terkedilme korkusu, sevilmeme korkusu gibi ve ben yürürken o kadar çok düştüm ki içimde hiç korku kalmadı çünkü düştüğüm yerleri artık beynim ezberledi.

13 Aralık 2011 Salı

Kendimden Bahsetmeyi Pek Sevmem Aslında

Kendimden bahsetmeyi pek sevmem aslında.
Biliyorum kimsenin umrunda da değil senin neleri sevdiğin nelerden nefret ettiğin.
Çünkü herkes en çok kendiyle ilgili. Kendisinden bir şey bulursa seviyor karşınsındakini.
Kendimden bahsetmeyi pek sevmem aslında dedim ya kırmızı ruj pek yakışmaz bana.
Farklı biri değilim sıradan bile sayılırım. Kedileri severim.
Kek yapmanın mutlulukla bir ilgisi olduğunu düşünüyorum.
Başkalarının söylediklerinden çok etkilenirim.
İncindiğim zamanlar kendimi kıyıda köşede unutulmuş kırılan bir oyuncak gibi hissederim.
Kalabalıklar arasında yolunu şaşırmış bir hamamböceği gibiyim bazen.
Başkalarını mutlu etmeyen şeyler beni mutlu edebilir. Bilirim ki mutluluk kısa sürer. Değerini bilmek gerek.
Mutsuzluk olmasaydı ya da bizi mutsuz eden şeyler olmasaydı mutluluğun bir anlamı olmazdı.
Mutsuzluğumun arkasından mutluluğu beklerim aslında ben hep beklerim.
Artık gitmek gelmiyor içimden.
Sokak köpekleriyle aram iyidir.
Kahveyi mi yoksa çayı mı daha çok seviyorum? Hiç bilemiyorum.
Zihnimi önemsiz konularla meşgul ettiğimin farkındayım.
Ne kadar önemsiz biri olduğumu biliyorum. Bunu kime söylesem bunun aksini iddia edecektir oysa ben samimi insanları seviyorum. Yapmacık hareketlerle seni önemliymiş gibi hissettirmeye çalışanları değil mesela. Çünkü hiç birimiz bir dakika sonra ne olacağımızı bilmiyoruz.
İşe gitmek için sabah evden çıkan ve kapısının önünde çöp kamyonunun altında kalarak feci şekilde can veren genç kadın evden çıkarken başına geleceklerden habersizdi. Neyse ki bilmiyoruz, bilmiyorlar, kimse bilemez, kimse bilmek istemez çünkü bilmek bazen korkunç bir şeye dönüşüyor.
Başımıza geleceklerden habersiz yaşamak önemsiz olduğumuzun açık bir kanıtı.
Kendini çok önemli sanan insanlar var ve benim onlarla hiç bir ilgim yok.
Büyük başarılarım yok. Olmasını isterdim. Ama olmadı.
En sevdiğim insanlar hep başka şehirlerde oldu ve ben artık buna alıştım.
Az insanlarla görüşmenin beni daha mutlu ettiğini gördüm.
Çok insan çok baş ağrısı demek.
Gülümsemeyi severim. Gülümsemenin iki insan arasındaki anlaşmak için en kısa yol olduğunu düşünürüm.
Gülümsememize kimin aşık olacağını bilemeyiz? Öyle değil mi?

8 Aralık 2011 Perşembe

Lijepa

Hayat bazen misafir gelmeden önceki ön hazırlığa benzer. Sanki bir yerde silmeyi unuttuğumuz tozu göreceklermiş de ayıbımızı yakalayacaklarmış gibi sanki kek bir türlü istediğimiz gibi olmamış üstelik bitirmen gereken işleri yetiştirememişsin, üstünü başını toplamaya vakit bulamamış, saçların biraz dağınık kalmış ne giyeceğine de karar verememiş gibi gereksiz bir telaşe içinde geçiyor sanki hayatlarımız da.
Anlatmak zor. Günler geçiyor telaşe içinde.
Oysa insan arada bir durmayı bilmeli, durup dinlenmeli, tembellik etmeyi bilmeli. Fazla sorumluluk sahibi insanlar tembellik etmeyi veya durmayı kendilerine çok görürler. Üstelik gerek ailesine gerek arkadaşları için yaptığı fedakarlıklar bir zaman sonra sanki göreviymiş gibi üstüne yapışır kalır. Sonra yaşamının bir döneminde sorgulamaya başlarsın kendini, hayatını. Aslında bizim sorduğumuz soruların tam bir cevabı yok. Çünkü insan hayatı bazı şeyleri kavramak için çok kısa. Blirim İnsan bin yıl yaşasa da bazı şeyler hiç değişmez ama yine de hayat kısa.
İşte ben de durdum. Çok yorulduğum için mi, durmam gerektiği için mi durdum? Bilemiyorum. Geçmişi özleyen insanlardan olmadım ben hiç. Çünkü geçmişimde de aynı insan olduğum için geçmişim de de biraz yalnız ve mutsuz olduğum için gelecek günlerin hep daha iyi olacağını düşünüp durdum. Gelecek günler bazen beni haklı çıkardı bazen haksız. Ama bazı şeyler beklemeye değer. Bunu anladım.

Ben artık kendimle ilgilenmekle meşgulüm. Neden kendimle bu kadar ilgiliyim? Belki başkalarıyla ilgilenmekten yoruldum. Hani misafir için yapılan ön hazırlık gibi başkaları için hazırlık yapmaktan yoruldum. Arık kendim için bir şeyler yapmak istiyorum. Kendimi mutlu edersem başkalarını mutlu etmek daha kolay olur.
En azından mutlu olmasını istediğim insanlar var.
Bir cümlesi için sevdiğimiz kitaplar gibi bir gülüşüne razı olduğumuz adamlar var.

1 Aralık 2011 Perşembe

Eksik Bir Şeyler



İçimde bir eksiklik duygusu, yalnız kalırım korkusu...

Biri sevince geçer mi? İnsan sevildiğinden de emin değil ki. Sanki sevince, sevilince tamamlanacak yarım kalan yerimiz. Bu yüzden bu kadar çok sevilmek isteyen insan var. Sevilmeyi hak edenler hap yalnız. Çünkü yalan söyleyemiyorlar, aldatmıyorlar, ortama göre davranmıyorlar, nabza göre şerbet vermiyorlar kısacası bir kadının sevgisini kazanan erkek benim gözümde adamdır.

İçimden bir ses sen sev diyor, gerisi gelir. Ama hayat öyle değil, sevmek yetmiyor, anlamak yetmiyor, bilmek daha kötü yapıyor. Gerisi gelmiyor, yarım kalıyor bir yanım.


Ben tam bu sartırları yazarken önce kağıda, tükenmez kalemim bitiyor. Evde kalem kalmamış. Böyle sorunlarım da var, evet. Tükenmez kalem dedikleri bile tükeniyor. İnsan dedikleri nasıl tükenmesin.

Bir yerde okudum hayat bisiklete binmek gibidir, pedalı çevirdiğin sürece düşmezsin, diyor. Tamam güzel kardeşim ama biz hiç dinlenemeyecek miyiz? İnsan bu yorulur, bazen mola vermek ister. Düşsek düştüğümüze gülecekler var.

Daha yolun yarısına gelmeden emekli olmak istiyorum. Bir sabah sevdiğim adamla yaşlanmış olarak uyanmak, maaşımızı çekmeye gitmek, dönerken pazara uğramak gibi daha yaşlanmadan yaşlılığı özlüyorum. Belki o zaman her şey geçecek. Şu an yaşadıklarım ne anlamsız gelecek ve ben bu halime güleceğim. Ne kadar gençmişim, toymuşum kendimi nasıl da üzmüşüm diyeceğim. İnsan hayatı öğrenene kadar ömür geçiyor.

Hayal kurmazsa hastalanır insan.

Artık hayal kurmuyorum. Zaten hastayım önemi yok, hayalsiz de yaşarım.

Hayatın garip yönleri var. Birisini deli gibi beklemeyi bıraktıktan sonra sana dönebilir. Birisine kendini sevdirmeye çalşırısın bir şey olmaz da; hiçbir bey yapmadığın bir zaman bakarsın seni sevebilir. Bir insanın neyi seveceğini asla bilemezsin. Onun için biraz uzaklaşmak iyi gelebilir insana.

Ben de zaman zaman uzaklaşmak istiyorum. Ama sanki elim kolum bağlanmış, kar yağmış, yollar kapanmış gibi çaresizce bekliyorum.

Hayatın çekici yönleri var. Bir çocuk gibi yalanlara bu kadar kolay inanıyoruz. Bu kadar kolay aldanıyoruz, bu kadar kolay mutlu oluyoruz aslında sırf bu yüzden biraz kederli, düşünceli oluveriyoruz.

Ne yaşıyorsak insan olmaktan kaynaklı.

Ben her şeye rağmen ayaktayım dosta düşmana karşı .